Sultan Mehmet' in yüreğinde sızlayan bir çıbandır Konstantiniyye... Ve bu Ortaçağ kentinin aşılmaz denen surları arkasına sığınmış, 1204' teki Latin istilasının acısını ve nefretini hâlâ yaşayan Doğu Roma... Yalnızca bir şehirden, yalnızca bu şehirden ibaret kalmış bir imparatorluk...
On iki yaşında çıkmış olduğu Osmanlı tahtını önce 1444, ardından 1446 yılında iki kez babası II. Murat' a bırakmak zorunda kalmış genç sultanın yüreği Konstantinopolis' i fethetmek ateşiyle yanmaktadır. Doğu Roma' nın son imparatoru XI. Konstantin ise elinde kılıcı ile ölmenin hayalini yaşamaktadır, beklediği Haçlı ordusunun Doğu Roma' nın yardımına gelmeyeceğinin ve II. Mehmet' in şehri almadan kuşatmaya son vermeyeceğinin bilinciyle. "Bu kent bize ait değil çocuklarımıza ait, bizler yalnızca emanetçiyiz..." der imparator, şehri direnmeksizin teslim etmesini söylemek üzere gelen Osmanlı elçilerine cevaben.
Bir yanda Osmanlı' nın Balkanlar' daki ilerleyişini kaygıyla izleyen; ancak, kendi içinde süregelen savaşlardan bitap düşmüş, acz içindeki Hristiyan Avrupa, diğer yanda padişahın iktidarını paylaşmaya çalışan baba yadigârı başveziri Çandarlı Halil Paşa, öte yanda ise Osmanlı' nın tökezlemesini bekleyen Anadolu' daki Türk beylikleri... "Konstantiniyye, ya sen beni alacaksın ya da ben seni, çünkü ikimiz için de başka çıkar yol gözükmüyor. Sen ayakta kaldıkça ben asla rüştümü ispat edemeyeceğim..." der herkesin "yirmi bir yaşında bir çocuk" olarak nitelediği genç sultan. Haklıdır da...
Bu kuşatmanın tüm Avrupa' nın tepkisini çekeceğini düşünen Çandarlı Halil' in XI. Konstantin' den rüşvet de alarak padişahın maiyetinde ve ordu içerisinde huzursuzluk yaratmaya çalışmasına tanık oluruz. Gerçekten de düşmanın beklenmedik bir dirençle şehri savunuyor olması, yapılan saldırıların sonuç vermemesi, kuşatmanın beklenenden uzun sürmesi bu gayretin beyhude olduğu düşüncesinde olanları haklı çıkaracak gibidir. O güne dek görülmemiş bir büyüklüğe ve teknik donanıma sahip Osmanlı ordusunun Bizans surlarını bir türlü aşamaması moralleri bozmaktadır. Sultan Mehmet' in inancını ayakta tutan yegâne güç, hocası Akşemseddin' in kentin fethedileceğini müjdeleyen kehanetidir.
Konstantinopolis' in savunması için yedi yüz kişilik özel ordusuyla yardıma gelen Cenevizli general Giovanni Giustiniani Longo kitapta ön plana çıkan bir diğer karakter. Savaşçı ve disiplinli bir asker olan Giustiniani' nin cesareti, Bizans savunmasının çekirdeğini oluşturur. İmparator Konstantin ile birlikte ön saflarda cesurca savaşır 29 Mayıs sabahına dek. O güne dek yapılan tüm saldırıları başarıyla püskürtmeyi başarırılar. Cesareti, zekâsı ve savaşma becerisi ile Sultan Mehmet' in dahi takdirini kazanır. Topların durmaksızın döverek birer moloz yığınına dönüştürdüğü surların gediklerinden saldıran Osmanlı ordusunu her defasında geri çekilmeye zorlarlar. Ta ki 29 Mayıs 1453 sabahına dek...
O sabah tüm noktalardan genel hücuma geçer Osmanlı ordusu. Sultan Mehmet, ordusunun başındadır. Yeniçerilerin durdurulamayan ilerleyişi sonuç verir. Ulubatlı Hasan' ın surlara diktiği sancak, şehrin düşmekte olduğunun müjdecisidir. Sırayla tüm surların tepelerinde Osmanlı sancakları dalgalanmaya başlar. "Fatih" Sultan Mehmet, Truva' nın intikamını almıştır. İmparator Konstantin ise arzuladığı gibi elinde kılıcı, kahramanca savaşarak ölmüştür.
İstanbul' un fethinin okul sıralarında okuduğumuz tarih kitaplarında, savaşın tüm acımasızlığından ve insanlarda doğurduğu umutsuzluklardan arındırılmış olarak anlatıldığını anımsadım kitabı okurken. Zafer de pamuk ipliğine bağlıdır oysa; tıpkı yenilgi gibi. Dönemin en donanımlı ve en güçlü ordusuna sahip olsa da bir hükümdar, "müjdelenen" fetih bir türlü gerçekleşmiyorsa askerinin ihanetinden çekinir hâle gelir. Okul kitaplarında ne kadar da yüzeysel anlatılır tarihimiz. Yenilenler ise her zaman küçük görülür ve kötülenir. Oysa onlar da savunma savaşının gereklerini yerine getirmektedirler. Onların da kendi tarihleri açısından birer kahraman olmayı hak ettikleri apaçık ortadadır.
Osmanlı' nın siyasi ve askeri yapılanmasında devşirmelerle Türkmenler arasındaki ayrılığa ve ayrımcılığa da tanık oluruz savaş tüm acımasızlığı ile devam ederken. Osmanlı ordusunda, savaş zamanı sancaklardan toplanıp orduya yazılan Türkmenler' in oluşturduğu azaplara tüm zahmetli işler verilir, kendilerinden lağımcı olarak dahi yararlanılırken devşirmelerden oluşan kapıkulu askerleri görkemli kıyafetleri, hayranlık ve korku uyandıran silahlarıyla ordunun temelini oluşturur. Yeniçerilerin çekirdeğini teşkil ettiği kapıkulu ocakları padişahın gözbebeği iken Türkmen kökenli askerlerin sultanın yakınında bulunmalarına, hattâ otağının çevresinde nöbet tutmalarına dahi izin verilmez. Öte yandan aslen devşirme olup zekâları ve kabiliyetleri sayesinde devlet erkânı içerisinde yükselerek önemli mevkilere gelmiş paşalar ve vezirler, aileden Müslüman olmadıklarından dolayı küçümsendiklerini ve kendilerine güven duyulmadığını düşünür. Türkmen kökenli devlet adamları için onlar devleti içten yıkmaya heves eden, güvenilmez şahsiyetlerdir. Çandarlı Halil ve Zağanos Paşalar arasında süregelen mücadelenin temelinde de bu gerçeğin yatmakta olduğunu görürüz.
Kurgusal bir öykü olsa da Kuşatma 1453 tarihsel gerçeklere dayandırılarak kaleme alınmış bir eser olarak çıkıyor karşımıza. İmparator Konstantin' in dudaklarından dökülen sitem dolu sözler, kökleri 1204 Latin işgaline dayanan Katolik ve Ortodoks kiliseleri arasındaki düşmanlığın yüreklerde asla deva bulamayacak bir yara olduğunu anlatır okura. Sultan II. Mehmet' in içsel konuşmaları ise çocukluk yıllarından süregelen bir yalnızlığın, umutsuzluğun karşı konulamaz bir güce dönüşmesine vesile olan bekleyişin, rüşdünü tüm âleme kabul ettirme çabasının bir ifadesidir.
Osmanlı' nın son payitahtının hangi koşullarda, ne bedeller ödenerek fethedildiğini okurunun yüreğinde yaşatmayı başaran bir eser...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder