11 Ekim 2011 Salı

Siyasetnâme

Selçuklu Devleti' nin nâmı yüzyılların ötesine uzanan büyük veziri Ebu Ali Hasan b. Ali b. İshak, tarihte bilinen adıyla Nizamü' l-mülk; önceki dönemlerde devlet adamlarının başından geçen olayları edebî bir dille hikâye ederken eserini hadislerle bezemeyi de ihmâl etmemiş. Sultan ve devletin ileri gelenlerine yol göstermek, tavsiyelerde bulunmak amacıyla kaleme alınan siyasetnâme türündeki eserler; devletin işleyişi, devletin toplumsal hayattaki duruşu, hükümdarların topluma karşı sorumlulukları ve devleti idare edenlerin taşıması gereken özellikleri anlatmalarıyla bilinir.

Siyeru' l-mülûk olarak da anılan Siyasetnâme' yi kaleme alan Nizamü' l-mülk' ün kendi oğul ve torunlarının hatalı davranışları yüzünden Melikşah ile arası açıldığında, sultanın ağır bir dille kaleme aldığı mektubuna verdiği cevapta "Devlete ortak olduğumuzu henüz bilmiyor musun? Bu vezirlik diviti ve sarık, tacınla o derece bağlıdır ki diviti aldıktan sonra taç da kalmaz gider" demesi; büyük vezirin Selçuklu Devleti' ndeki nüfuzunu ortaya koyarken, yazdığı eserde kaleme aldığı öğretilerle uyuşmayan bir yönetim tarzı benimsemiş olduğuna da delalet eder.

Eser, hükümdarların âdil, hak gözeten, zulme meydan vermeyen, zulmedenleri de cezalandıran bir yönetim şekli izlemesi gerektiğini tarihten verdiği örneklerle ve hadislerle zenginleştirerek okura aktarırken Selçuklu öncesi dönemde Yakın Doğu' da hüküm sürmüş İslam devletlerinin etki alanlarında uyguladıkları yönetim tarzı hakkında da bilgiler içeriyor. Aktarılan hikâyeleri okudukça tarihte bir yolculuğa çıkmış hissine kapılıyor insan.

Nizamü' l-mülk, her ne kadar hükümdarların dinî terbiye ile hareket etmesi ve Allah' ın rızasını gözeterek davranışlarına yön vermesi gerektiğini belirtiyor olsa da kitabın bir faslında padişahın şarap sofrasından bahis açıyor. Şarap meclisinin nasıl olması, bu sofrada kimlerin bulunması ve kimlerin bulunmaması lâzım geldiğini kaleme alıyor. Kitabın Melikşah' a sunulmak üzere kaleme alındığını, Melikşah' ın da içkiyi seven bir hükümdar olduğunu düşünürsek bu şanlı vezirin sözkonusu faslı esere dahil etmek suretiyle sultanın bu zaafını meşrulaştırmakta nasıl ince bir zekâ sergilediğini daha iyi görmüş oluyor insan. Aynı fasıl içerisinde de "Padişahın; vilayetlerin, ordunun, malların değeri, imaretler, ülkenin düşmanlarına karşı alınacak tedbirler ve buna benzer önemli işleri veziri ile görüşmesi farzdır" demeyi ihmal etmiyor! Bu ifadeyi özellikle bu fasıl içerisinde kullanıyor olması dikkat çekici!

Nizamü' l-mülk' ün kendilerinden oldukça sık bahsettiği ve ortadan kaldırılmaları yönünde hükümdara her fırsatta telkinde bulunduğu Rafızîler hakkında kısa bir araştırma yapma ihtiyacı duydum. Haktan, adaletten, doğruluktan sürekli olarak bahseden bir devlet adamı nasıl olur da bir mezhepten bu denli nefret edebilirdi? Rafıziliğin Şii mezhebinin 21 kolundan biri olduğu bilgisine ulaştım. Kelime itibarıyla "terk eden, ayrılan, bırakan kimse" anlamına geliyor. Rafızîlerin en önemli özelliği de birinci halife Hz. Ebû Bekir ile ikinci halife Hz. Ömer' i sevmemeleriymiş okuduğum kadarıyla.

Mezhebe adını veren kelimenin ortaya çıkışı oldukça ilginç. 699 - 740 yılları arasında yaşamış olan Zeyd b. Ali, Hz. Hüseyin' in torunu olup Ehl-i Beyt içinde gerçekten bilgili ve fakih bir zât imiş. Devrin ileri gelen Müslümanları gibi o da Emeviler' in kötü idaresinden ve zulümlerinden şikayetçi olmasına; durumu devrin hükümdarı olan Hişam b. Abdilmelik' e açıkça söylemesine rağmen bir sonuç elde edememiş. Uyarılarının etkili olmaması üzerine Zeyd b. Ali, Kufe' ye geçer ve Emevî hükümdarına isyan için hazırlıklara başlar. Kardeşi Ebû Cafer Muhammed el-Bakır, Kufelilere güvenilemeyeceğini kendisine söylese de onu dinlemez. Kufe' de emri altında topladığı on beş bin kişi ile birlikte zamanın Kufe-Basra valisi Yusuf b. Ömer es-Sakafi' ye karşı ayaklanır. Savaş, Zeyd b. Ali' nin üstünlüğü ile devam ederken Hişam' ın casusları, Zeyd b. Ali' nin adamlarını o gün için güncel ve hassas olan bazı konularda tereddüde düşürürler. Bir taraftan bu hareketin devam etmesi durumunda Hişam' ın Kufe halkının bütün mallarına el koyacağı sözünü yayarken, diğer taraftan da Zeyd b. Ali' den Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer hakkında görüşünü bildirmesini isterler. Ona, "Gerçek şu ki, biz düşmanlarına karşı, sana, atan Ali b. Ebî Talib' e haksızlık eden Ebû Bekir ve Ömer hakkında görüşünü söyledikten sonra yardım edeceğiz" derler. Bu soru karşısında Zeyd, "Bu ikisi hakkında iyilikten başka bir şey söyleyemem ve babamdan da onlar hakkında iyilikten başka bir şey işitmedim. Ben, atam Hüseyin' i öldüren ve el-Harra gününde Medine' ye saldıran, sonra da Allah' ın evini (Kâbe) mancınıkla taşa tutup ateşe veren Ümeyye oğullarına karşı ayaklandım" der. Bu cevap üzerine emrindekiler Zeyd' i terkeder. O da onlara, "Beni bırakıp kaçtınız, terkettiniz" der. Bu ifadenin Arapçasında "Râfaztumunî" ifadesi geçmektedir. İşte bundan dolayı bunlara o günden beri Rafızî denmiş. Zeyd ve yanında kalan az sayıdaki arkadaşları son nefeslerine kadar çarpışırlar. Zeyd şehit edilir. Sonra cesedi kabrinden çıkarılarak asılır ve daha sonra da yakılır.

Nizamü' l-mülk' ün, Rafızîlerin görüldükleri yerde öldürülmeleri yönünde aktardığı hadisleri okuduğumda ise iki önemli tutarsızlık gördüm. İlki, âlemlere müjdelenmiş bir sevgi dini olan İslâmiyet' te cinayet asla emredilmez. Hele ki, Hz. Muhammed' in bu şekilde bir hadisi olacağına asla ihtimal vermiyorum. İkincisi, bu mezhebin ortaya çıkışı Dört Halife devrine rast geliyor. Hz. Muhammed' in yaşadığı dönemde mezhepleşme henüz başlamamıştı. Dolayısı ile kronolojik olarak da böyle bir hadisin var olması olanak dışı gözüküyor. Nizamü' l-mülk, İslâm doktrinine aykırı mezhepleşmelerin devletin sürekliliğine tehlike oluşturacağını düşünüyor olsa gerek ki, rivayetlere dayandırdığı sert önlemler önermekte Siyasetnâme' sinde.

Mezhep savaşlarının günümüzde tüm şiddetiyle sürüyor olmasının kök nedenleri en az bin yıl öncesine dayanıyor görüldüğü üzere.

Katılacağım bir konferansın sabahında Beşiktaş' ta erken saatte açık olduğunu sevinçle görerek girmiş olduğum bir kitabevinin rafında rast geldiğim bu kitabı sırf yazarı sebebiyle satın almıştım. Semerkand ve Ömer Hayyam adlı eserlerde karşıma çıkan bu şanlı vezirin gücünün sırrını daha iyi anlayabilmek için... İyi ki de almışım. Satırları, beni Yakın Doğu' nun öykülerle bezenmiş mistik tarihinde uzun bir seyahate çıkardı.

Hiç yorum yok: