12 Eylül 2011 Pazartesi

Beyaz Zambaklar Ülkesinde

"Suomi"... "Bataklıklar Ülkesi"... Fin halkının anayurtlarına verdiği ad...

Önce İsveç Krallığı' nın, ardından Rus Çarlığı' nın egemenliğine girmiş olan, bataklıklar ve sık ormanlar ile kaplı kuzeyin bu yalnız ülkesinin medeniyet şafağına uyanışının hikâyesidir bu kitap. Yazarın deyimiyle insanlarının "taş devri"ni yaşamakta olduğu bir ülkenin kalkınma yolculuğudur.

İsveç hükümranlığı altında geri kalmışlığa mahkum olmuş Finlandiya, Rusya' nın bir eyaleti olduktan sonra otonomiye kavuşur. İşte tam bu dönemde Johan Wilhelm Snelman adında bir felsefe adamı Finlandiya' nın kültürel devrimini ateşler. Aslen İsveçli olmasına rağmen Snelman; İsveç aristokrasisinin ve bürokrasisinin devlet kurumları başta olmak üzere ülkenin tamamında sebep olduğu yozlaşmayı ve geri kalmışlığı ortadan kaldırmak için bir seferberlik başlatır. Kendisi gibi yetişmiş insanların yardımıyla yetinmeyerek toplumun mürekkep yalamış her kesimiyle işbirliği yapma yoluna gider; gelişmişlik ateşini ülkenin en uzak köşelerine ulaştırmaya çabalar. Bu yolculukta ilk olarak öğretmenleri, devlet memurlarını ve din adamlarını kazanır. Bu yolla oluşturduğu kültür ordusu ile ilk önce Fince' nin ülke topraklarında yaygınlaşması ve okur yazar oranının artması için mücadele eder.

Ardından ekonomik kalkınma hamlesi başlar. Sanayi adına hiçbir oluşuma sahip olmayan ülke topraklarında öncelikle köylünün üretkenliğini arttırmaya yönelik bir yapılandırmaya gidilir. Ardından köylünün ürettiğini satması için olanaklar ortaya konur. Daha önce var olmayan bir ekonomi yaratılır böylelikle. Para akışı ile tanışır toplum. Ürettiği ile karnını ancak doyurabilen bir yapıdan ürettiğini satabilen ve sermaye yaratan bir yapıya kavuşur Finlandiya.

İsveçli subayların kötü yönetimi altında sefalet ve hastalık yuvası hâline gelmiş Fin ordusu da bu kalkınmadan nasibini alır. Kışlalar birer okuldur artık. Fin subaylar ise cehaletle savaşan birer öğretmen. Askerler, daha sağlıklı ortamlarda yaşamakta, disiplin altında düzenli eğitim görmektedirler. Kışladan ayrıldıklarında okuma yazmayı öğrenmiş, ulus bilinci ile donanmış ve kendi bölgelerini aydınlatacak birer fener hâline gelmiş olarak dönerler köylerine.

Bu kitabın sayfalarını çevirirken "aydın" kimdir sorusunun cevabını da bulmuş oldum. Bir insanın "aydın" sıfatıyla taçlandırılması için kim olması, neyi, nasıl ve kimin için yapması gerektiğinin farkına vardım. Ve öyle çok fazla sayıda üniversite bitirmiş olmasının gerekmediğinin... Ve çok fazla kitap okumuş veya seyahat etmiş olmasının her zaman bir şey ifade etmeyeceğinin... "Aydınım" diye geçinen kimi insanların ait oldukları toplumda hiçbir şey üretmeksizin; aksine toplumun ürettiklerini tüketerek yaşadıklarının...

Tüm bunların farkına vardım bu kitabı okurken, "aydın" geçinen "aydınlarımızın" tükettiklerini de düşünerek!

Hiç yorum yok: