2 Ocak 2011 Pazar

Son Yeniçeri

Vaka-i Hayriye...

Bir devletin üç kıtaya hükmeden büyük bir imparatorluk hâline gelmesinde önemli rol oynayan ve Osmanlı ordusunun temelini teşkil eden Yeniçeri Ocağı' nın tarih sayfasından silinmesiyle sonuçlanan olaylar...

Osmanlı' nın en ihtişamlı dönemlerinde dahi padişahlara kendi güçlerini hissettiren; devleti koruyan, ancak devlete karşı zamanla tehdit oluşturmaya başlayan; padişahları tahtlarından ve canlarından eden büyük bir askeri güç... Devletle birlikte yozlaşan, gerileyen, gelenek ve göreneklerinden, inançlarından kopan, "ocak" olmanın anlamını yitiren bir ocak...

Besarabya' lı fakir bir köylü olan Petru' nun on dokuz yaşında Osmanlı' ya esir düşmesiyle başlıyor roman. Petru; tutsağı olduğu Kethüda Arif Ağa' nın evinde, savaş meydanlarında düşmana aman vermeyen Türkler' in, çatısı altında konuk ettiği insanlara kölesi dahi olsa ne denli merhametli davrandığını yaşayarak öğrenir. Zamanla ailenin bir ferdi hâline gelen Petru, Müslüman olur. O güne dek "Sarı" olarak anılan Petru, artık "Sarı" Abdullah' tır. Üstelik Arif Ağa' nın kızı Zeynep Hanım ile de evlenir ve köle olarak girdiği evin damadı olur.

Sarı Abdullah' ın gözünden yaşarız dönemin İstanbul' unu. Devlet yönetiminin yozlaşması ile birlikte ordunun, özellikle de Yeniçeri Ocağı' nın nasıl disiplinden uzaklaştığını ve başıboş hâle geldiğini görürüz. İmparatorluğun başkentinde yaşanan onca yolsuzluk, isyan ve başıbozukluğa rağmen yeniçeri gelenekleri ile ocağın inanç temelini oluşturan Bektaşiliğin gereklerini yaşayan, koruyan bir kesim hâlâ vardır. Kendi içlerinden de olsa özüne ihanet edenleri kendi kanlarında boğmakta çekinmeyen, almış oldukları dinî terbiyeyi askerî disiplin ve terbiyeyle yoğurmuş, yeniçeriliğin özüne sadık bu insanların hikâyesidir Son Yeniçeri.

Devletin zaman içerisinde kendi halkına ve ordusuna nasıl yabancılaşmış olduğuna tanıklık ediyoruz Reha Çamuroğlu' nun bu eşsiz eserinde. Halkına karşı sağır, tebaasından uzak, iktidarın gerektirdiği görev ve sorumluluk bilincinden nasibini almamış padişah ve devlet adamlarının eseridir aslında yaşananlar. Gafletin sonuçlarıdır tüm bunlar. Ve kendi yaratmış olduğu cehennemin alazları ile çevrelenmiş bir kısırdöngüdür Osmanlı tahtının askeriyle yaşadıkları. Bir tarafta kendi yarattığı garabeti ortadan kaldırmak isteyen Devlet-i Aliyye; diğer tarafta çağdışı kalmaya başladığını bizzat savaş meydanlarında Nemçe ve Moskof karşısında bozgun yaşayarak gören; ancak, umarsızca var olma mücadelesi vermeye devam eden yeniçeri askeri...

Nihayetinde 1826 yılının 16 Haziran sabahında Atmeydanı' nda açılan Sancak-ı Şerif altında toplanan ahali; II. Mahmut' a biat etmiş tüm ocaklarla birlikte Yeniçeri Ocağı' na karşı aman vermez bir savaş başlatır. Sokak savaşları, topçu ateşiyle yerle bir edilen Yeni Odalar' da son bulurken Osmanlı tarihinde bir dönem de böylece kapanır.

"Efendinin kaderi kölesinin alnında yazılıdır."
                                                                 Türk atasözü

Hiç yorum yok: