İlk hikâye, eşine sunduğu sevginin karşılığı olarak sonsuz bir minnettarlık bekleyen ve bu beklentiyi saplantı hâline getiren bir kocanın yuvarlandığı çaresizlik çukurunu konu alıyor. Bu çukur sadece kendi trajedisini değil, karısının yaşadığı ve yaşayacağı trajediyi de barındırır. Sevginin koşulsuz olmamasının; sevgiye eşlik eden iyiliğin, merhametin, şefkatin veren tarafta beklenti yaratmasının kişiyi çaresizlik ve yokluk uçurumuna nasıl sürükleyeceğini okuyucuya derinden hissettirerek aktarmayı başarıyor Zweig. Mekân ve insan betimlemelerinin gücü bu aktarımı daha da canlı kılıyor.
İkinci uzun öykü, çevresiyle bağını koparmış, duygularını ruhunun derinlerine sakladığı yerde unutmuş, böyle olunca da hayatın ve kendisinin gerçekliğini çoktan yitirmiş bir kadının dramını okurla buluşturuyor. İnsanın kendi ruhunun karanlık dehlizlerinde gezinirken yaşadıklarının dışa vurumunun, tanıklık edenlerin kanını damarlarında donduran noktalara erişebileceğini görüyoruz.
Üçüncü öykü, İspanya seferi sırasında birliği pusuya düşürülen bir Fransız albayın yaşadığı korkuyu ve çaresizliği satırlara yansıtırken insanın muhakeme düzleminden nasıl yokluğa kayabileceğini gözler önüne seriyor.
Zweig'in eserlerinin neredeyse tamamına yansımış olan 'savaşın anlamsızlığı' teması kitaptaki dördüncü uzun hikâyede okurla yeniden buluşuyor. Rusya'nın ücra bir köyünden kopartılıp Fransa'ya getirilmiş bir askerin ailesine kavuşma arzusu, uğruna savaştığı her ne varsa çoktan tarihe karışmış olması gerçeğine çarparak yok olur. Savaşın insanların sadece yaşamlarını değil, umutlarını da yok edişini çarpıcı bir gerçeklikle kaleme alır Zweig. Burada yok olan aslında yazarın geleceğe dair umutlarıdır.
Son öyküde gençliğin deli akan kanının okuldaki otoriteyle çarpışması konu alınıyor. Okulun basmakalıp, genelleştirici, bireyselliği dışlayan, anlayıştan uzak yaklaşımının bir gencin yaşama bağlılığını nasıl baltalayacağı dile getiriliyor. Öğretimin insanı birey olarak tanımak, onu hayata hazırlamak, geleceğini kendi iradesiyle çizmesine olanak sağlamak yönlerinden ne denli uzak kalabileceğini gözler önüne seriyor.
Zweig'in eserlerine hâkim olan karamsarlığın burada da var olduğunu söylemek gerek. Yalnız bu karamsarlık onun ruhunun bir yansıması değil, insanlığın gerçekliğidir.