Türkiye'nin bir türlü kurtulamadığı "gelişmekte olan ülke" etiketi ile orta gelir tuzağı gerçeğini verilere dayalı olarak irdeleyen kıymetli bir araştırma, "Değişim Sürecinde Türkiye".
Dünya ekonomisinin dayandığı gelişim basamaklarını, tarım ekonomisinden ticaret ekonomisine; sanayi ekonomisinden dijital ekonomiye uzanan dönemler halinde inceleyen yazar, bilime ve bilgiye dayalı siyasi, iktisadi ve sosyal hareketlerden kök bulan ileri medeniyetlerin dünyaya nasıl hükmeder konuma geldiklerini nesnel gerekçelerle dayandırarak açıklıyor.
Tarihsel süreçte başta Avrupa ülkeleri olmak üzere bugün "gelişmiş ülkeler" olarak nitelediğimiz toplumların refah seviyesinin nasıl yükseldiğini, ekonomik parametrelerdeki dengeyi gözeterek nasıl kalkınma yolunda ilerlediklerini; tüm bu süreçte önce Osmanlı Devleti'nin sonrasında da Türkiye Cumhuriyeti'nin bu yarışta hangi nedenlerle geri kaldığını yoruma meydan vermeyecek şekilde okurlarına aktarıyor kitap.
Osmanlı'nın gücünün en yüksek olduğu dönemde Avrupa devletlerine tanıdığı sınırsız ekonomik imtiyazların gün gelip nasıl geri dönülmez bir şekilde kendisini yıkıma sürüklediği, kapitülasyonların devleti nasıl iktisadi anlamda Batı'nın esiri durumuna getirdiği tarihsel verilere dayandırılarak satırlara yansıtılmış.
Dış borçlanmanın bilimsel eğitime, teknolojik üretime, nitelikli personel istihdamına dayalı kalkınma yolunda kullanılmaması sonucunda nasıl bir tuzağa dönüştüğü; uygulanan yanlış politikalar neticesinde ülkenin özkaynaklarının dahi ulusal çıkarlara hizmet etmek adına kullanılamaz duruma geldiği; kalıcı yatırıma dönüşmeyen yabancı sermaye hareketlerinin piyasalarda güven vermeyen bir zemin yarattığı Türkiye'nin bugün geldiği durumdan örnekler verilerek aktarılıyor.
Çok uzun zamandan beri günlük hayatımızda yer etmiş bulunan "ahbap çavuş" ilişkilerinin kendisini "ahbap çavuş kapitalizmi" ve "ahbap çavuş demokrasisi" şeklinde göstermeye başlamış olması ise bir diğer sorun olarak çıkıyor karşımıza. Ekonomik kaynakların toplumda hakkaniyetli paylaşılması, adaletin toplumun tüm kesimleri karşısında eşit tecelli etmesi beklenirken bunun tam tersi durumların yaşanıyor olması toplumsal barışa da gölge düşürüyor ne yazık ki.
Dünya üzerindeki serbest sermaye dolaşımının ülkelerin ekonomilerinde yarattığı çalkantılar neticesinde ortaya çıkan bölgesel ekonomik krizlerin küresel boyuta nasıl ulaştığı ve kıtalararası bir etkiye kısa sürede nasıl kavuştuğu anlatılırken ülkelerin geliştirdiği savunma mekanizmalarında ulusal çıkarları gözeten ekonomik önlemlerin ne kadar önemli rol oynadığı da vurgulanıyor.
Kitabı okurken nelerin yapılması gerektiğini çok açık bir şekilde görüyorken bunların uygulanmıyor olduğuna şahit olmak insanı bir yandan kaygılandırıyor, bir yandan üzüyor ve bir yandan da düşündürüyor.
Dünya ekonomisinin dayandığı gelişim basamaklarını, tarım ekonomisinden ticaret ekonomisine; sanayi ekonomisinden dijital ekonomiye uzanan dönemler halinde inceleyen yazar, bilime ve bilgiye dayalı siyasi, iktisadi ve sosyal hareketlerden kök bulan ileri medeniyetlerin dünyaya nasıl hükmeder konuma geldiklerini nesnel gerekçelerle dayandırarak açıklıyor.
Tarihsel süreçte başta Avrupa ülkeleri olmak üzere bugün "gelişmiş ülkeler" olarak nitelediğimiz toplumların refah seviyesinin nasıl yükseldiğini, ekonomik parametrelerdeki dengeyi gözeterek nasıl kalkınma yolunda ilerlediklerini; tüm bu süreçte önce Osmanlı Devleti'nin sonrasında da Türkiye Cumhuriyeti'nin bu yarışta hangi nedenlerle geri kaldığını yoruma meydan vermeyecek şekilde okurlarına aktarıyor kitap.
Osmanlı'nın gücünün en yüksek olduğu dönemde Avrupa devletlerine tanıdığı sınırsız ekonomik imtiyazların gün gelip nasıl geri dönülmez bir şekilde kendisini yıkıma sürüklediği, kapitülasyonların devleti nasıl iktisadi anlamda Batı'nın esiri durumuna getirdiği tarihsel verilere dayandırılarak satırlara yansıtılmış.
Dış borçlanmanın bilimsel eğitime, teknolojik üretime, nitelikli personel istihdamına dayalı kalkınma yolunda kullanılmaması sonucunda nasıl bir tuzağa dönüştüğü; uygulanan yanlış politikalar neticesinde ülkenin özkaynaklarının dahi ulusal çıkarlara hizmet etmek adına kullanılamaz duruma geldiği; kalıcı yatırıma dönüşmeyen yabancı sermaye hareketlerinin piyasalarda güven vermeyen bir zemin yarattığı Türkiye'nin bugün geldiği durumdan örnekler verilerek aktarılıyor.
Çok uzun zamandan beri günlük hayatımızda yer etmiş bulunan "ahbap çavuş" ilişkilerinin kendisini "ahbap çavuş kapitalizmi" ve "ahbap çavuş demokrasisi" şeklinde göstermeye başlamış olması ise bir diğer sorun olarak çıkıyor karşımıza. Ekonomik kaynakların toplumda hakkaniyetli paylaşılması, adaletin toplumun tüm kesimleri karşısında eşit tecelli etmesi beklenirken bunun tam tersi durumların yaşanıyor olması toplumsal barışa da gölge düşürüyor ne yazık ki.
Dünya üzerindeki serbest sermaye dolaşımının ülkelerin ekonomilerinde yarattığı çalkantılar neticesinde ortaya çıkan bölgesel ekonomik krizlerin küresel boyuta nasıl ulaştığı ve kıtalararası bir etkiye kısa sürede nasıl kavuştuğu anlatılırken ülkelerin geliştirdiği savunma mekanizmalarında ulusal çıkarları gözeten ekonomik önlemlerin ne kadar önemli rol oynadığı da vurgulanıyor.
Kitabı okurken nelerin yapılması gerektiğini çok açık bir şekilde görüyorken bunların uygulanmıyor olduğuna şahit olmak insanı bir yandan kaygılandırıyor, bir yandan üzüyor ve bir yandan da düşündürüyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder