21 Nisan 2019 Pazar

Üç Kuruşluk Roman


19. yüzyılın sonlarında Güney Afrika'da devam etmekte olan Boer Savaşı'nın İngiltere'deki yansımaları romanın siyasal ve toplumsal dekorunu oluşturmakta. Bu dönemde Londra'da düşük gelir düzeyindeki halkın hayatta kalma mücadelesi gittikçe zorlaşan koşullarda sürüp giderken, savaştan insafsızca gelir elde etme gayreti içerisinde olan kapitalist burjuva sınıfının sonu gelmez entrikaları ve Matruşka bebeği misali bir diğerini doğuran sahtekârlıkları Brecht'in insanı okurken rahatsız eden gerçekçi yaklaşımıyla okurla buluşuyor.

Cinayet, yalan, açgözlülük, servet düşkünlüğü, ihanet, riya, kutsal sayılan tüm değerlerin ayaklar altına alınması, gittikçe derinleşen sefaletin halkı düşürdüğü insanlık dışı seviye... Tüm bunların birbirinin peşi sıra, olaylar ve insanlar örgüsü içerisinde, bitmeyen bir kötülük potasında sürekli kaynadığına insan şahit oluyor sayfaları geride bırakırken ve soruyor kendine; "Bu denli bir ahlâk düşkünlüğü toplumda mümkün olabilir mi"?

İnsanların en "insanî" hislerinden faydalanarak, savaşa giden askerlerin hayatlarıyla oynamak pahasına servet elde etme gayretinde olan "namuslu" tüccarlar; sokaktaki masum insanlarda şefkat uyandırarak sadaka toplayan sahte dilencilerden oluşan çalışanlarıyla "iyilik timsali" iş adamları; halka düşük fiyatlarla mal sağlamak adına ucuzluk mağazaları zinciri kuran ve bu mağazalar sayesinde küçük ticaret erbabına da iş olanağı sağlayan "girişimci" hırsızlar kitabın baş kahramanlarını oluşturuyor.

Namuslu görünüp şehvet ateşiyle erkeklere savrulan kadınlar, karaborsa mal tacirleri, dolandırıcılıkla geçinen komisyoncular ve rüşvet almayı kendilerine hak gören devlet memurları da bu kervana dahil oluyor elbette. Özetle yazar, ahlâksızlık ateşiyle kaynayan toplumun tüm cürufunu bu kitapta ibretlik hayatlar olarak romanlaştırmış.

Uzun betimlemelerden arındırdığı çok sade ve canlı bir üslupla kaleme aldığı eserinde Brecht, zenginlerin ellerindeki parayı durmaksızın artırması karşısında yoksulların ellerindeki üç kuruşu neden bir türlü çoğaltamadıklarını; üstelik zenginlerin ceplerini dolduracak şekilde sürekli yitirdiklerini sorguluyor. Toplumda kaybedenler hep aynı ve değişmez bir koşulda yitirmeye devam ediyorlar. Zenginler ceplerindeki paranın faiziyle daha da zenginleşirken fakirler, canları dahil tüm varlıklarını zenginler için vermeye devam ediyorlar. Yazarın kitabın sonlarında belirttiği gibi... "İnsanın faizi yine bir başka insandır".

Hiç yorum yok: