27 Mart 2019 Çarşamba

Kur'an İncil ve Tevrat'ın Sümer'deki Kökeni


Mezopotamya, Eski Dünya'nın önemli kültür, siyaset ve ticaret merkezlerinin başında gelir. Konumu sebebiyle pek çok kavmin egemenlik kurmak adına birbirleriyle savaştığı, Ortadoğu tarihine yön vermiş devletlerin hüküm sürdüğü bir coğrafya.

Milattan önce 4000 yıllarından itibaren Sümer, Akad ve Babil gibi büyük devletlere ev sahipliği yapmış olan Mezopotamya, mitolojinin kök bulduğu bir bölgedir aynı zamanda. Çok tanrılı dinlerin günlük yaşam üzerindeki etkilerinin ve farklı kültürlere yansıyan simgelerinin sonraki asırlara devrolduğu zengin bir toplumsal birikimi barındırır.

Toprak altından gün yüzüne kavuşturulan Sümer tabletleri, mitolojik figürlerle ve kahramanlarla bezenmiş tarihsel olayların destansı bir anlatımla dile getirildiği zengin bir kültür mirasına ışık tutuyor. Burada aktarılan olaylara ve olayların baş kahramanlarına tek tanrılı dinlerin aktardığı kutsal kitaplarda da rastlanması oldukça ilgi çekici. Hattâ kutsal mekânlarda ve ibadethanelerde yaygın olarak görülen kimi simgelerin kökeninin Mezopotamya uygarlığına dayanması da incelenmesi gereken bir diğer husus.

Tüm bu izlere bakıldığında yapılabilecek en kolay yorum; Tevrat, İncil ve Kur'an'ın eski çağladan o günlere erişen söylencelere dayanılarak yazıldığı yönünde olacaktır. Cami kubbelerinde ve minarelerin âlemlerinde yer alan hilal figürünün Sümer'deki Ay Tanrısı'nın sembolü olmasını da buna kanıt olarak gösterecektir bu yorumu yapacak olanlar.

Sembollerin farklı toplumların kültürlerinde benzer anlamlar taşıdığını ve aynı sembolün farklı coğrafyalarda görülebildiğini göz önünde bulundurursak hilal figürünün neden camilerde kendine yer bulduğuna bir yorum getirebiliriz. Ancak, her ne kadar üç kutsal kitap da vahyedildikleri dönemden sonraki yıllarda yazıya geçirilmiş olsalar da özellikle Sümer mitolojisinden izler taşıdıklarını ifade etmek, Tanrı'yı inkâr etmekle aynı anlamı taşıyacaktır.

Bu duruma getirilebilecek açıklamalardan biri; çok tanrılı dönemlerde dahi insanların kendilerine yüce bir güç tarafından aktarılan, önceki dönemlere ait olayların bilincinde olması. Ezelden ebediyete uzanan zamanın büyük tarihi içerisinde kısacık bir döneme denk gelmiş olan insanoğlu, Nuh peygamber döneminde gerçekleşmiş olan büyük tufanı tabletlere, belki kendi yorumlarını da ekleyerek, aktarmış olmalı. Sonraki bin yıllarda vahyolunan dinler aslında hep aynı Tanrı kelamını insanlığa ulaştırmış. Ve kutsal kitaplarda insanlığa yol göstermesi adına dile getirilen diğer menkıbeler... Bunlar da yine "mutlak hakikatı" insanoğluna göstermek adına önce tabletlerde yer almış; nihayetinde Kelam-ı Kadim ile son kez tebliğ edilmiş.

Özetlemek gerekirse, dinler tarihi açısından değerlendirildiğinde efsanelerle kutsal kitaplarda yer alan bilgilerin kimi örnekler üzerinden karşılaştırıldığında benzerlik göstermesine ilişkin çok farklı yorumlar ortaya koymak mümkün olmakla birlikte; aynı ilahî hakikatın insanlığın farklı fikrî olgunluk evrelerindeki yansımaları olarak değerlendirmek de mümkün bu durumu.

Hiç yorum yok: