"Öykü yazmak kolay değildir" derler. Sanırım Buket Uzuner bu kitabında yer alan hikâyelerinde "kısacık bir zaman dilimine sığmış; ama, doyasıya yaşanmış bir ömrü" anlatırcasına yer vermiş duyumsadıklarına.
Kitap iki bölümden oluşuyor. İlk bölümde üç hikâye yer alıyor. İlki kitaba adını veren öykü. 12 Eylül döneminin ilk yıllarının yaşanmakta olduğu, Anadolu'nun küçük bir kasabasında geçen yeknesak hayata bir çocuğun gözünden tanıklık ediyoruz. Kendi ailesinin düşünsel sığlığı, maddeye dayalı beklentilerin ön planda olduğu bir hayat, birbirini tekrar eden günlerin yarattığı iç sıkıntısı öykünün baş kahramanı olan çocuğun dilinden aktarılır. Bir öncekinin aynısı olan günler, okula yeni atanan Türkçe öğretmeninin kasabaya gelişiyle farklı bir boyut kazanır. Bu öğretmenin evinde televizyon yoktur. Onun yerine duvarları kaplayan kitaplar yer almaktadır. Asıl zenginliğin bir evin içini tıka basa dolduran eşyalarda değil, o evdeki entelektüel birikimde olduğunu keşfeden çocuk için hayat farklı bir anlam ve boyut kazanacaktır. Ancak, bu yaşam tarzına asla sahip olamayacağını anladığında yaşayacağı kıskançlık, onu ömür boyu pişmanlık duyacağı bir davranışa sürükleyecektir.
İlk bölümdeki ikinci öykü "İçinden Deniz Geçen Şehir". Yıllar öncesine dayanan gidişin küllendirdiği bir aşkın yeniden canlanışını simgesel bir anlatımla diyaloglara aktarıyor yazar. Bir yere ait olamamak hissi değil de var olunan mekânın sınırlarını aşmak ve yeni ufuklara kavuşmak arzusudur bu gidişin sebebi. Asla bir terk ediş değildir. Ve yıllar sonra geri dönüldüğünde bekleyen sevgili ile yeniden başlayabilmektir. Yürekte muhafaza edilmiş bir özlemin aşk ateşini tutuşturmasıdır.
Kitabın ilk bölümünün son öyküsü, "Maria Magdalena Artık Utanmayacak". Buket Uzuner'in hayatının bir döneminde deneyimlediği tren yolculuklarının bir yansıması olduğunu hissettiğim bu yol hikâyesi, yazarın karşılaştığı bir gezginin İskandinavya'ya uzanan bir anısına dayanıyor. Hayatın ille de planlı yaşanmak durumunda olmadığını; insanın dalgalı denizleri arkasında bıraktıktan sonra bir sonraki fırtınaya kadar güvenli bir limana sığınılabileceğini dile getirdiği bir anlatı.
İkinci bölüm ise bir yaz akşamı, meyhane keyfi sonrasında birbirlerine ilk cinsel deneyimlerini anlatan beş arkadaşın ağzından aktarılan içsel diyaloglardan oluşuyor. Birbirlerini üniversite yıllarından tanıyan beş arkadaşın yaşadıkları tecrübeleri dile getirdikleri ilk bölümden sonraki bağımsız her bölüm, yaşanmışlıklarını kendi ağızlarından aktardıkları birer itirafnâme gibi.
Toplum yapısının, geleneklerin, dinî inançların ve aile baskısının beraberinde getirdiği tabuların, baskılanan duyguların, zincirinden bir türlü kopamayan arzuların yarattığı ikilemler, yaşanmamışlıklar... Özgürlüğüne kavuşamamış duyguların zincirleri altında esaret yaşamaya mahkûm olan bedenler... Toplumun kangrenleşmiş bir olgusu olan, itiraf edilemeyen, arzuyu insana bir günahmış gibi algılatan ensest ilişkiler... Eşcinsellik; içinde barındığı bedene ait olmayan cinsel dürtülerin yarattığı yabancılaşma... Sevişmenin, âşık olmanın, kendi bedeninin tek sahibi ve efendisi olabilmenin bireye yaşattığı özgüven ve özgürlük hissi... Yalnızca kadınlar için değil, erkekler için de kabullenmesi zor olguların, duyguların, korkuların, tedirginliklerin Pandora'nın Kutusu'ndan çıkıverdiği bir beşlemeyi meydana getiriyor kitabın ikinci bölümündeki öyküler. Aynı hayatı paylaşmış olsalar da insanların birbirlerini ve yaşanmışlıklarını algılayışındaki farklılıkların ruhun derinliklerinden kurtulup gün yüzüne kavuşmaları, okurunu şaşırtan bir kurguyla dökülüyor sayfalar üzerine.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder