Öğrencilik yıllarımda sırasıyla Sosyal Bilgiler, Tarih, İnkılâp Tarihi ve Atatürkçülük derslerinde ezbere dayalı, basmakalıp ve okuduktan sonra ardında hiçbir tortu bırakmayan sayfalar dolusu bilgiye maruz kaldığımı hatırlıyorum. Türk tarihini ancak "gayrı resmi tarih kaynakları" olarak adlandırabileceğim, araştırmacı yazarların kaleminden çıkmış, belgelere ve kişilerle yapılan söyleşilere dayalı kitapları okumaya başladıktan sonra öğrenmeye başladığımı itiraf etmeliyim.
Bu kitap, Nadir Nadi'nin 1960'lı yıllarda kaleme aldığı, "Atatürkçülük" konulu köşe yazılarının bir derlemesi. O'nun ilkelerini ve Türk insanının çağdaşlaşmak adına izlemesini salık verdiği yolu doğru anlamak adına siyasetçilerin, devlet adamlarının, aydınların, vatandaşların üstlendiği sorumlulukları dile getirirken bugüne dek "bilerek" ve "bilinçli" olarak yapılan yanlışları da gözler önüne seriyor.
Kitabı okumayı bitirdiğimde, Tanzimat'tan başlayarak Batı medeniyeti düzeyine erişmek adına siyasi, toplumsal ve kültürel alanlarda büyük bir bocalamanın içerisine düşen Türk insanını tek bir dil, tek bir vatan, tek bir millet ve tek bir ülkü çerçevesinde birleştirmeyi prensip edinmiş olan Atatürk'ün ortaya koyduğu mücadelenin ve en büyük eseri olan Türkiye Cumhuriyeti'nin önemini bir kez daha anlamış oldum. Ancak, çoğumuzun düştüğü yanılgının "çağdaş medeniyet" olgusunu Batı medeniyeti ile karıştırmak olduğunu da anladım.
Nadir Nadi'nin kaleme aldığı yazılarında dikkat çektiği en önemli husus, Atatürk'ün ölümünden başlayarak ülkede gericilik ile inkılâp karşıtı söylemlere ve eylemlere meydan verilmesi; O'nun miras bıraktığı tam bağımsızlık temeline dayalı ilkelerin sinsice veya açıktan saldırıya uğraması; "çağdaş medeniyet seviyesine erişme" vizyonunun her geçen yıl yıpratılmasına seyirci kalınması ve tüm bunlar olurken hâlâ Atatürkçülük kavramının ardına sığınılması. "Atatürkçüyüz" söylemiyle ortada dolaşan insanların basiretsizliğini, aymazlığını ve cehaletini; bazılarının ise hıyanetini görmek adına 1940'lı yıllardan itibaren oy uğruna gericiliğe verilen ödünleri hatırlamak yeterli.
Atatürkçülük kavramının statükocu bir yapıya dayandırılan dogmatik bir şekle büründürülmesi, Atatürk'ün manevi mirasının Türk gençliği başta olmak üzere toplum geneline benimsetilmesi yerine O'nun büstlerinin ve heykellerinin okullara ve meydanlara dikilmesiyle yetinilmesi, ilkelerine ve inkılâplarına yapılan en büyük ihanet...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder