25 Aralık 2018 Salı

Amok Koşucusu


İnsanoğlunun ruhunun derinliklerinde saklı kalmış, psikolojik açıdan ciddi irdeleme gerektiren gizemli yanlarını ustalıkla eserlerine yansıtan Stefan Zweig, bir kez daha çok farklı bir ruhsal olgu ile buluşturuyor okurlarını.

Karşısındakine yardım etmeyi görev sayan, hattâ bu görevi vicdani sorumluluk duygusuyla ve pişmanlıkla harmanlayarak saplantı haline getiren bir insanın yaşadığı çaresizliği yaşıyoruz kitabın baş kahramanı ile birlikte.

Kitabın baş kişisi olan doktor, bir Hollanda sömürgesinde, medeniyetten ve içinde büyüdüğü "beyaz insanların dünyası"ndan uzakta görev yapmaktadır. Yaşayacağı utanç verici durumdan kurtarması için kendisine başvuran gururlu ve çevresindekilere hükmedercesine davranan bir kadını geri çevirir. Kadının kendisine karşı takındığı küçümseyici tavır karşısında ondan intikam almak ister gibidir. Sonradan, kadının başına gelebilecek felaketin büyüklüğünü fark etmesiyle birlikte ona yardım etmek için büyük bir istek duyar içinde. Doktor, hem kadının güvenini kazanmak hem de ona yardım edebilmek için, kitaba adını veren "yarı delilik" hâli içerisinde büyük bir mücadeleye girişir. Kadına karşı üstlendiği yükümlülüğü sonuna kadar sürdürmek adına ve kendisini feda etmek pahasına en uç noktaya varacaktır.

Yardım etme isteğinin bir görev bilinci haline gelmesiyle insan ruhu üzerinde yarattığı baskıyı, bu baskının insanı delirmenin eşiğine getirişini; daha da kötüsü tüm bu duygu yoğunluğunun pişmanlık, vicdan muhasebesi ve çaresizlik ile bir araya gelmesiyle ruhta meydana getirdiği çöküntüyü akıcı bir dille kaleme aldığı bu uzun öyküde başarıyla gözler önüne seriyor yazar. Ve bir kez daha insanı, kendisini insan yapan bir özelliğiyle şaşırtmayı başarıyor.

Hiç yorum yok: