11 Eylül 2018 Salı

Korkma İnsancık Korkma


Çocuk yüreğinin saflığından güç bulan aşk ateşinin insan ruhunun derinliklerinde tutuşturduğu şehevi duyguların, çocukluk çağının masumiyetinden ergenliğin deli doluluğuna geçişin güçlü bir anlatımla betimlendiği bir aşk romanı... Derinlerde gittikçe güçlenen tutkunun etkisiyle gem vurulamaz hâle gelen bir aşkın romanı...

Anadolu'da istiklâl mücadelesinin verildiği yıllar... Rumlar'ın zulmünden kaçarak Edremit'ten İstanbul'a göç etmiş büyükbabası ve babaannesiyle yaşayan yetim ve öksüz bir çocuğun gözünden ve yüreğinden aktarılıyor olaylar, insanlar ve kabuk değiştiren bir ülke.

1920 yılında İstanbul Bakırköy'de başlar öykü. Osmanlı'nın başşehri işgal altındadır. "Padişahın bahşettiği lokma"ya şükrederek yalılarında, köşklerinde zenginlik içindeki yaşantılarını sürdürme kaygısındaki paşazadeler, alışık oldukları hayat tarzını devam ettirebilmek adına bir yandan saltanatın devamını dilerken bir yandan da İngiliz himayesini benimsemektedir. Devletin yıkılmış olması ve ülkenin yaşadığı esaret, topraklarındaki sefaleti ve yıkımı görmüş Anadolu insanının aksine aristokrat kesimi ilgilendirmemektedir.

Millî mücadelenin kazanılması ve cumhuriyetin ilanı ile çok hızlı bir değişim sürecine giren toplumda paşazade aileler eski konumlarını yitirmeye başlar. Hayatlarını emek karşılığı kazanma alışkanlığında olmadıklarından değerli varlıklarını elden çıkartarak alışık oldukları hayat tarzını devam ettirme çabası içerisine düşerler.

Öykünün merkezindeki erkek çocuğu; geleneklerine bağlı, içe dönük taşra yaşantısının ögelerini bozulmadan devam ettiren köy kökenli bir ailede büyür. Babası ve annesi ölmüş olduğu için büyükbabası, babaannesi ve halasından oluşan bu küçük ailede başlar anne sıcaklığından mahrum çocukluğu. Ona bir abla gibi yakınlık gösteren tek kişi halasıdır. Evin büyükleri ise ciddi, mesafeli, ağırbaşlı insanlardır. Anne şefkatinden mahrum geçer çocukluğunun ilk yılları.

Bir süre sonra, anneannesinin ricasıyla paşa dedesinin konağında kısa sürelerle kalmaya başlar. Bu evde geçireceği günler, onun hayatına çok farklı bir boyut kazandıracak, konaktaki kızların ve kadınların gösterecekleri masum ilgi zamanla ruhunda gittikçe kabaran bir his ummanına dönüşecektir.

Paşa konağında geçen günler, Anadolu kültürü ile İstanbul'un aristokrat kültürü arasındaki farkı açık bir şekilde ortaya koyar. İstanbul kozmopolitleri, ifrata kaçan müsrif yaşayışları ve Batı yaşantısına olan özentileriyle Anadolu insanından çok farklıdır. Anadolu insanının içine kapanık, muhafazakâr, dinî ögelerle harmanlanmış yaşantısının aksine kaçgöç bilmeden ve yarını düşünmeksizin rahat bir hayat sürmektedirler.

Küçük bir çocuk olduğu için varlığından çekinmeksizin yanında rahatça soyunan, konağın hamamında çıplak vücutlarını sergileyen, geceleri onu yataklarına alarak sarıp sarmalayan yaşlısından gencine kadınların yanında yavaş yavaş cinselliği keşfeder. Anne şefkatinin ve sıcaklığının zihninde var olamamış hatırasına işte bu vücutların sıcaklığı ile erişmeye gayret edecektir küçük çocuk. Büyükbabasının evindeki katı esaslara dayalı ataerkil aile yaşantısının tam aksine köşkte gördüğü ilgi, çocuğun zamanla "dişilik" kavramını keşfetmesine ve bu kavramın kendisinde uyandırdığı histen giderek daha fazla haz duymasına yol açar.

Çocukluktan ergenliğe geçmekte olan çocuğun hayatına giren genç bir dul; evliliğinde yaşayamamış olduğu annelik duygusunu, çocuk sevgisini, tatmin edilememiş tutkularını nihayetinde aşka dönüşecek bir duygu seli içerisinde çocukla birlikte yaşayacak ve çocuğa da aynı şiddette yaşatacaktır. İlerleyen yıllar genç kadın ile çocuk arasındaki ilişkiyi, masum bir çerçeveden çıkartarak cinsellik ögesinin gittikçe kuvvetlendiği, toplumun müstehcen saydığı bir boyuta taşıyacak ve bu iki insan aynı evi sevgili olarak paylaşır hâle gelecektir.

Ergenlik çağındaki bir erkek çocuğunun kendisinden yaklaşık on altı yaş büyük bir kadına duyduğu aşkın, bu aşkta keşfettiği cinselliğin, karşılıklı büyüyen sevgi selinin; geçici bir tutkunun ve tatmin edildikçe daha çok arzulanan bedensel hazların çok ötesinde olduğunu kuvvetli betimlemeleriyle satırlara nakşeden üstat Turgut Özakman, yenik bir imparatorluğun küllerinden doğan genç bir devletin farklı bir kimliğe bürünen toplumsal yapısını da arka planda gözler önüne serme başarısını gösteriyor.

Hiç yorum yok: