3 Ağustos 2018 Cuma

Yoldaki Adam


I. Meşrutiyet'in ilanı ile Balkan Savaşı'nın sonu arasındaki dönemde Osmanlı Devleti'nin deneyimlediği siyasal çalkantıları, yitirdiği savaşları, yaşadığı yıkımı, tahsil görmemiş; ama, okur yazar bir halk adamının gözünden anlatan tarihi bir roman Yoldaki Adam.

"Hürriyet, eşitlik, kardeşlik" kavramları, farklı milletlere ve dinlere ait toplum bireylerini Osmanlı kimliği altında bir arada tutabilmek, bölünmeyi ve parçalanmayı engellemek için sıkça kullanılır olmuştur. Abdülaziz devrinde padişahın mutlak egemenliğine karşı başlayan halk hareketleri gittikçe büyümekte ve güçlenmektedir. Devletin içte ve dışta zayıflaması, ülkenin borç batağından bir türlü kurtulamaması, Balkanlar'da başlayan ayrılıkçı faaliyetler, rüşvet ve ahlaki bozulma padişahın devlet gücünü adil kullanmamasına atfedilmekte; meşrutiyet ile birlikte tüm sorunların düzeleceğine inanılmaktadır.

İşte bu toplumsal ve siyasal dekor içerisinde başlar Alyanak Mahmut'un öyküsü. Kendi halinde küçük bir esnafken kendini bir paşa konağına damat olmuş bulur. Eşinin zarafeti, kültürü, sevgisini göstermekteki inceliği; ayrılmalarına rağmen Mahmut'un yüreğinden yıllarca eksilmeyecek aşkını, zaman zaman küllense de ilk günkü sıcaklığıyla yaşatacaktır.

Öğrenim görmemiş olmakla birlikte düşünen, hisseden, çevresini gözlemleyen, gördüklerinden ve duyduklarından hareketle eğriyi doğrudan ayırabilen bir halk insanıdır Mahmut. Padişaha karşı düzenlenen sokak toplantılarına ve yürüyüşlerine katılmasından dolayı konaktan kovulur. Hapse girer, dayak yer. Sonrasında Plevne'de savaşmak üzere askere alınır ve cepheye sevk olunur. Doğumunu göremediği oğlunu ve eski eşini geride bırakarak İstanbul'dan ayrılır.

Yıllar boyu yaşanan ardı arkası gelmez yenilgileri artık zafere kavuşturmak adına kanını dökmekten çekinmeyen Türk ordusunun düşman kuşatmasına ve yokluğa karşı verdiği amansız mücadeleyi yaşar. Bir kez daha yenilgiyi görür. Esir düşer. Ve Plevne'de anlar ki, Osmanlı değildir savaş meydanlarında canını veren. Kaybeden hep Türk'tür. Osmanlı kimliği altında birleştirilmek istenen Sırp, Bulgar, Yunan hep düşmanıdır Türk'ün. Ne var ki, Türk dahi hâlâ "ben Osmanlıyım" demektedir.

Sibirya yolunda esir kafilesinden kaçtıktan sonra İstanbul'a döner. Halk, Abdülhamit yönetiminin gittikçe büyüyen baskısı altında her geçen gün artan bir fakirlik ve yoksunluk içinde yaşam mücadelesi verirken saraya yakın kesim vurdumduymazlık ve debdebe içerisinde hayatını sürmektedir. Esaretten kaçtıktan sonra hayatını kurtaran ailenin kızıyla evlenir. İkinci oğlu dünyaya gelir. Yıllar geçip iki oğlu da birer yetişkin olduğunda Mahmut, birbirine tezat iki görüşün tarih sahnesindeki çatışmasına iki oğlu üzerinden tanıklık edecektir.

Büyük oğlu saraya yakın büyümesinin etkisiyle padişaha ve geleneklere bağlı bir paşa iken küçük oğlu Makedonya'da filizlenen hürriyet ateşini iktidara taşımaya ve meşrutiyeti yeniden ilan etmeye ant içmiş İttihat ve Terakki'nin silahşor bir subayı olmuştur. Gelenekçilerle önce Jön Türkler, sonra İttihatçılar arasında yaşanacak kanlı mücadele Mahmut'un kişiliğinde tüm Osmanlı halkının seyirci olacağı; fakat, asla aklıselim ile anlayamayacağı bir serüvene dönüşecektir.

Dün kahraman olanın bugün gözden düştüğü, yarınsa yeniden iktidara gelerek geçmişte karşısında mücadele ettiği diktatörün bizzat kendisine dönüştüğü yılların birbirini takip ettiği bir dönem başlamıştır artık. Aydın geçinenler muhakeme yeteneğini yitirmiştir. Muhalifler ya asılmakta ya da suikasta uğramaktadır. İktidara her gelenin hürriyeti, eşitliği, özgürlüğü savunduğu; ama, ülke topraklarının büyük bir hızla elden çıkmaya başladığı çareden yoksun yıllar birbirini kovalar.

Rumeli, Kıbrıs, Girit elden gitmiş, Bulgar Çatalca'ya dayanmış, ordu iktidar sevdasına kapılmış, halk yapayalnız ve kaderine terk edilmiş... Mahmut, asla anlayamadığı bu kanlı karmaşa içerisinde "Türk" kimliğine dayanmış ayakta durmaya çalışmaktadır.

Eser, Birinci Dünya Savaşı arifesindeki Osmanlı'nın içine düştüğü karanlık kuyudan kurtulmak için nafile çırpınışlarını; iktidar zirvesindeki kanlı hesaplaşmaları; halkın yalnızlığını ve çaresizliğini; bu toprağın insanlarının zafere ve gönence susamışlığını gerçekçi bir dille aktarıyor okuruna.

Hiç yorum yok: