Atatürk ilkelerini topluma ve özellikle gençlere bıkmaksızın anlatmayı; O'nun bu ilkelerin ışığı altındaki en büyük mirası olan laiklik ve demokrasiye dayalı cumhuriyeti korumak üzere akıl ve bilimsel yaklaşımdan sapmaksızın, büyük bir hoşgörüyle mücadele eden düşünce insanı rahmetli Ahmet Taner Kışlalı'nın fikir yazılarının derlendiği kıymetli bir başucu kitabı...
Damadı Sıtkı Uluç tarafından, gerek kendisiyle yapılan söyleşilere gerekse yakın çevresinin anılarına dayandırılarak derlenen kitabın ilk bölümü, Kışlalı'nın tüm hayatını adamış olduğu Kemalizm'in özünün tanımlanmasına; ikinci bölümü de katli sonrasında çalışma arkadaşlarının, öğrencilerinin ve yakınlarının aktardığı, onunla paylaşmış oldukları hatıralara ayrılmış.
Atatürk'ün altı ilkenin temellerine dayandırarak kurmuş olduğu cumhuriyetin karşı karşıya kaldığı tehlikeler, Türkiye'nin sürüklenmesi istenilen uçurum, dış ve iç kaynaklı ihanet odaklarının yorulmak bilmeyen çabaları nesnel bir bakış açısıyla ve siyaset biliminin ögeleri kullanılarak Kışlalı'nın ağzından aktarılıyor. "Atatürkçülük" kavramının bizzat "Atatürkçü" oldukları iddiasındaki kişilerce çarpıtılması onun kendisini "Atatürkçü" değil, Kemalist olarak tanımlamasını beraberinde getirmiştir. Onun gözünde Kemalizm; inkılâpçılık ruhunu yitirmeksizin çağın gerekleri doğrultusunda sürekli yenilenerek lâik, demokratik, sosyal devlet yapısı çatısı altında ortak tarihe, ortak dile ve ortak ülküye dayalı bir milliyetçilik zemini üzerinde yükselen, bir zümrenin üstünlüğüne dayanmaksızın yaşayan bir topluma mâl olmuş cumhuriyet rejiminin ruhunu oluşturur. Temel amaç, akla ve bilime dayalı yolda çağdaş uygarlık seviyesine erişmek için durmaksızın çalışmak ve gericiliğin her türlüsüne karşı koymaktır.
Merhum Ahmet Taner Kışlalı'nın Hacettepe Üniversitesi'nde görevliyken yaşadığı olumsuzluklar, daha 1970'li yılların başında Türkiye'nin Atatürk'ün çizdiği yoldan sapmaya başladığının habercisi niteliğindedir. O dönemde ve takip eden on yıl sonunda yaşanan siyasal gelişmeler, Türkiye'de hoşgörünün ortadan kalkmaya başladığı, insanların fikir farklılıklarına karşı tahammülsüz hâle geldiği, demokrasinin yalnızca sözde kaldığı, Atatürk ilkelerini hakikatte idrak etmiş kesimin suskunlaştığı yeni bir dönemi beraberinde getirmiştir. Suskunluğunu yine bu ülke uğruna bozanlar ise topluma ibret olurcasına "sonsuz sessizliğe" mahkum edilmektedir.
Kitabın son kısmı, Kışlalı'nın suikasta kurban gitmesini takiben basında çıkan kınama yazılarına ayrılmış. Türk aydınlarının terör eylemlerine kurban gidişine ithafen yayımlanan bu tarz methiye yazılarının önemli bir kısmını son derece yapmacık ve "olayın önemine binaen kaleme alınmış" olarak değerlendiririm çoğu zaman. Ölen kişinin aydınlık yarınlar uğruna sağlığında verdiği mücadelede kendisine neden destek olunmaz, savunduğu doğrulara arka çıkmak için o methiye düzen "usta kalemşorlar" neden ortada gözükmez ve gündelik siyaseti geviş getirircesine ağızlarında çevirip durmakla yetinirler anlam veremem. Sağlığında ülküdaş olmadıkları Türk aydını dünyadan silinip gidince mi "büyük", "yeri doldurulamaz" ve "mümtaz insan" olur?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder