14 Temmuz 2018 Cumartesi

Suyu Arayan Adam


Ruhundaki Turan ülküsünün ateşiyle Edirne'den başlayarak Azerbaycan'a uzanan ve nihayetinde Anadolu'da Türklük gerçeğine kavuşarak son bulan bir arayışın otobiyografik yansımasıdır bu kitap.

Yazarın Edirne'nin mütevazı bir Türk mahallesinde başlayan hayatı; Balkan Harbi'nin getirdiği yıkım, I. Dünya Savaşı'nda yaşanan Sarıkamış dramı ve sonrasında, Balkanlar'dan Sarı Deniz'e dek uzanan topraklarda yaşayan Türk kavimlerini bir araya getirmeye adanmış bir fikirle yoğrulmuştur.

Müfide Ferit Tek'in kaleme aldığı, mağlup edilmiş Türk gençliğine millî şuur ve bir zamanlar hükmettiği topraklarda yeniden egemenlik kurma hayalini aşılamaya çalışan Aydemir romanının adından esinlenerek yıllar sonra aynı ismi soyadı olarak alacak olan Şevket Süreyya; yüreği Turan hayaliyle dolu bir genç olarak Azerbaycan'ın uzak bir köyünde öğretmenlik yapmaya gönüllü olur. Burada geçirdiği yıllar; Anadolu'da Millî Mücadele'nin sürdüğü, Rusya topraklarında ise Bolşevizm'in güçlenmekte olduğu bir dönemdir. İlk başlarda, Komünizm'i küresel bağlamda tüm Türkler'i eşitlikçi, emperyalizmin zincirlerini kırmış ve dil birliği içerisinde bir araya getirmeye yarayacak ideal yönetim şekli olarak benimseyen yazar; Bolşevik devrimin zamanla Sovyet Rusya'nın kalkınma esaslarına hizmet eden bir kimliğe büründüğüne tanık olur. Batı emperyalizminden kurtulan iki büyük Asya devleti olan Sovyetler Birliği'nin ve Çin'in, küresel bir ülküden çok kendi ülke sınırları içerisinde kalkınmayı ve halklarının bir bütün olarak refaha kavuşmasını amaçlayan ulusal politikalarına öncelik verdiğini görür. Bu gerçek, hayatını adamaya hazır olduğu Turan hayalinin soluklaşıp nihayetinde sona ereceği geçiş dönemini hızlandıracaktır.

Kurtuluş Savaşı'nın sona ermesiyle Anadolu'ya dönen Şevket Süreyya, bir süre yazarlık ve yayıncılıkla uğraşsa da savunduğu ideolojik görüşler yüzünden hapis cezasına çarptırılır ve Afyon Cezaevi'ne gönderilir. Burada geçirdiği süre zarfında hapishanenin hayatı ve insanları tanımak adına bir üniversite olabileceğini görür ve anlar. Toplumun farklı kesimlerinden gelen hükümlüler arasında siyasi mahkum olması nedeniyle "ayrıcalıklı" bir yeri vardır. Çoğu okuma yazma bilmeyen bu insanların gözünde siyasi mahkumlar okumuş, aydın kimselerdir zira. Burada edindiği izlenimler ve kazandığı deneyimler, yıllar önce Sarıkamış cephesinde karşılaşmış olduğu bir hakikati yeniden zihninin kıyılarına taşıyacaktır: Türk aydını ile halkın birbirlerine ne kadar yabancı oldukları gerçeğini.

Cezaevinden çıktıktan sonra Şevket Süreyya yaşamını bambaşka bir ülküye adayacaktır. Takip eden yıllar onun genç cumhuriyetin kalkınması için tüm enerjisini vererek çalışmasına tanıklık edecektir. Dünya savaşında İstanbul'dan Sarıkamış'a varmak için katettiği Anadolu topraklarındaki yokluğu ve fakirliği aşmak üzere Mustafa Kemal'in çevresinde kenetlenmiş bir avuç insanın arasında o da vardır artık. Uygulamaya konulan ekonomi politikalarından eğitim ve kültür alanlarındaki hamlelere kadar pek çok konuda bir inkılâp insanı olarak çalışır.

Osmanlı'da ve Türkiye'de Balkan Harbi ile başlayan ve çok partili hayata geçiş ile sonlanan yılları kaleme aldığı bu kitabında İkinci Meşrutiyet dönemine, İttihat ve Terakki iktidarı yıllarına ve o yıllarda siyaseti yönlendirmiş olan devlet adamlarına göndermeler yaptığına şahit oluruz. Hürriyet hayali ile başlayan yolculuğun bir imparatorluğun sonunu nasıl getirdiğini, yeni bir devletin Anadolu topraklarında nasıl yeşertildiğini, hangi yokluklar ve fedakârlıklar içerisinde Türkiye Cumhuriyeti'nin hayat bulduğunu, aynı yıllarda dünya üzerinde emperyalizmden kurtularak hayat bulmaya çalışan diğer milletlerin mücadelelerini anlamamız açısından okunması gereken bir eser.

Bir insan için gerçek ülkünün kendi ülkesi ve insanları için çalışmak, üretmek, yapılanı sonraki nesillere bırakmak olduğunu tüm açıklığıyla ortaya koyan bu klasik yapıtı yakın tarihimizin gerçek yönlerini öğrenmemiz için okumalıyız.

Hiç yorum yok: