25 Haziran 2018 Pazartesi

Mecburiyet


Stefan Zweig, yalnızca bir sanat insanı olarak değil; bir dünya vatandaşı olarak da yaşamını yasladığı hümanizmi, ülkesine duyduğu sorumluluk bilinciyle ölmeye ve öldürmeye hazır bir insana dönüşmeye başlayan bir ressamın ruh penceresinden satırlarına aktarıyor.

Savaşmak bir ulusun bireyleri için mecburi midir? Devletler vatandaşlarının vicdanlarına hükmederek onları ülkeleri için ölmeye hazır birer makineye dönüştürebilir mi? O toplumun bireyleri ellerinde imkân olsa kendilerini bu çıkmazdan kurtarma hakkına kavuşabilir mi?

Dünya tarihine bakıldığında savaşın bir çok yüzü olduğu görülür. Bazı savaşlar bağımsızlık uğruna, işgal altındaki vatanı kurtarmak, haksızlıkları yok etmek, mazlumları kurtarmak adına yapılır. Kimi savaşlar da vardır hangi ülkü uğruna savaşmakta olduğunu bilemeden, anlayamadan savaşır insanoğlu.

Mecburiyet, insaniyet namına anlam taşımayan böyle bir savaşa katılmamak için vatanı Avusturya'yı geride bırakarak İsviçre'ye yerleşen bir ressamın ve eşinin çevresinde gelişiyor. Hayatının merkezine yerleştirdiği hümanizmin, devletlerin savaş bürokrasisi çarkları arasında yok olup gitmesine seyirci kalan ve vicdanıyla derin bir muhasebeye giren ressam, eşinin sevgi üzerine kurdukları yuvalarını yıkımdan kurtarmak için girdiği zorlu mücadelede onu yalnız bırakacaktır. Vicdanının sesini dinleyerek, kendisini katılmaya mecbur hissettiği savaşa dahil olmak üzere İsviçre sınırına doğru yola çıkacaktır.

Sınırdaki istasyonda cepheden tarafsız bölgeye taşınan yaralı düşman askerleriyle karşılaştığında ise ölümün ve acının tüm insanlık için ortak bir dramı ifade ettiğinin farkına varır. Ölüm karşısında dost ya da düşman olarak yapılan etiketlemenin anlamsızlığını görür. İnsanoğlu için yalnızca tek bir gerçek vardır: Yaşamak! İnsan üstü bir erk olarak vatandaşlarının yaşamlarına hükmeden devletlerin onları adına savaş denen anlamsız bir ölüme göndermeye haklarının olmadığının bir itirafıdır bu.

Kişinin kendisiyle giriştiği iç hesaplaşmaların okuru sarsan derinlikte bir üslupla kaleme alındığı, anlatımın güçlü duygusal betimlemelerle bezendiği bu uzun öykü, Stefan Zwieg'in savaşa karşı olan isyanının güçlü bir haykırışı olarak yankılanıyor ruhlarımızda.

Hiç yorum yok: