1 Haziran 2018 Cuma

Yitik Ufuklar


Gizemli bir şekilde kaçırılarak, uzun bir uçak yolculuğu sonunda Tibet'in derinliklerinde, kimsenin bilmediği, haritalarda yer almayan bir vadiye getirilen farklı karakterlerdeki dört insanın çevresinde gelişen çağdaş bir ütopya...

Aşılamaz sıradağların ötesinde, varlığından dış dünyanın haberdar olmadığı, aşırılıklardan uzak, barış içerisinde yaşayan bir köye hakim tepedeki manastırda, normal bir insan ömrüyle kıyaslandığında aklın sınırlarını zorlayacak derecede uzun yaşayan rahip adayları müzikle, edebiyatla, felsefeyle iç içe bir hayat sürmektedir. Manastırdaki sükûn içerisindeki yaşantılarını sonsuz bilgeliğe adamış bu insanlar günlerini dünyevi zevklerden ve kaygılardan arınmış, yalnızca sanatla ve bilimle uğraşarak geçirmektedir. Zamanın dış dünyaya kıyasla artık yaşamsal bir sınır olmaktan çıktığı bu manastırda hiçbir eylem aceleye getirilmemektedir.

Manastıra getirilenler arasındaki bir İngiliz diplomat, normal yaşantısındaki ılımlılığı ile ortama hızlı bir içimde uyum sağlar. Öyle ki, çevresindeki sıradağların ve buz çöllerinin yalnızlığı arasında bir vaha misali yükselen bu mabetteki dinginlik tüm hayatı boyunca hasretini çektiği farklı bir dünyanın müjdecisi gibidir. Baş rahip ile yaptığı uzun gece sohbetleri, manastır ve manastırda tanıdığı yabancılar hakkındaki gizemi gözler önüne serer. Baş rahibin inanması zor açıklamaları ruhuna işler ve hayatının geri kalanını orada geçirmeye karar verir.

Manastırda kalmak için çok haklı bir sebebe sahip olmasına rağmen, arkadaşıyla yaptığı hararetli bir tartışma tüm ruhuyla inanmaya hazır olduğu manastırın gerçeğini sorgulamasına neden olur. Böyle bir hayat gerçek olmaktan o denli uzak gözükmektedir ki, tartışmanın sonunda kendisini inanmaya adadığı her şeyi sorgulamaya başlar ve nihayetinde arkadaşıyla birlikte manastırı gizlice terk eder.

İnsanoğlunun tüm hayatı boyunca aradığı sonsuz huzuru, bilgeliği, sükûneti en nihayet bulduğunda gerçekliğini sorgulamaya başlaması belki de kendi ruhunda barındırdığı en büyük tuzağı. Böyle bir yaşam o kadar ütopik midir ki gerçek olup olmadığı sorguya açıktır? İnsanoğlunun hayatı kargaşadan, mücadeleden, savaşlardan ibaret midir? Kişi böylesine karmaşık bir olaylar döngüsünü içselleştirdiğinden midir ki yüreğinde ve çevresinde huzura eriştiğinde gerçekliğine inanamaz ve ona sırtını döner? 

Hiç yorum yok: