İkinci Dünya Savaşı sonrası Japonya'sında yenilgiyle birlikte kadim geleneklerin Batı medeniyeti karşısında hızla zayıflamaya başladığı bir zeminde, bireylerin umutlarının peşinde koşarken yaşadığı bocalamalar, geçmişin terk edilişi ve bu uğurda ödenen bedeller Yukio Mişima'nın kendi iç dünyasının perspektifinden satırlara aktarılıyor.
Yazar, yüksek idealleri peşinde koşan yalnız bir denizcinin kocasını genç yaşta kaybetmiş dul bir kadına aşık olmasıyla başlayan değişimini; denizin temsil ettiği özgürlüğü, hayallerini kurduğu erdemli bir yaşayışı ve ölümle taçlanacak bir yüceliği geride bırakarak yıllar önce terk ettiği kara yaşamına dönüş hikâyesini alegorik bir anlatımla okuruna sunuyor.
Kitabın kahramanı Ryuji, uzun seferlerde vardiya nöbetleri haricinde kendisiyle baş başa kaldığı zamanlarda dinlediği müziğin yarattığı fonda yalnızlığın erdemini, enginlerin özgürlüğünü, "yücelik-kadın-ölüm" bağlamında hayal ettiği geleceğini bir kadına duyacağı aşk uğruna terk etmeyi göze alacak, denizde geçen hayatının yorgunluğunu karanın rutin döngüsünü yaşamak uğruna geride bırakmayı seçecektir.
Deniz adamı olmak özgür olmakla; farklı diyarlara gitmek ve fırtınalara göğüs germek yücelikle eşdeğerdir. Karada dahi tuzlu mavi damlaları üzerinde taşır deniz adamı. Karaya ebediyen ayak bastığında ise alelade bir insandan öte değildir.
Yukio Mişima'nın hayat hikâyesini göz ardı etmemek gerekiyor kitabı doğru yorumlayabilmek ve karakterlerinin temsil ettiği kavramları anlayabilmek için. Yazar, savaşın kaybedilmesiyle birlikte imparatorun "güneşin oğlu" ünvanını geride bıraktığı, samuray geleneklerinin terk edildiği ve Batılı hayat tarzının benimsendiği bir dönemde yaşamış ve bu hızlı değişimin toplumda yarattığına inandığı bozulmayı kendi ölümüyle protesto etmiş.
Ryuji, alegorik anlamda temsil etmekte olduğu samuray geleneğini, Batı medeniyetini temsil eden dul kadın uğruna terk etmekle aslında harakiri yapmaktadır. Hep hayalini kurduğu yücelik, bir kadın vasıtasıyla kavuşacağı ölümün ta kendisidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder