Cezalandırılması gereken "suç" mudur; yoksa "suçlu" mu? İnsanlık tarihine bakıldığında suç işleyenin, işlediği suçun büyüklüğüne ve niteliğine bağlı olarak farklı boyutlarda ceza aldığı; fakat, verilen ceza her ne olursa olsun bir caydırıcılık niteliği taşımasına ve topluma gözdağı veriyor olmasına dikkat edildiği anlaşılıyor.
Eserlerinde toplum tarafından dışlanmış, hukuk tarafından suçlu damgası yemiş insanların da vicdan sahibi olabileceğini, yüreklerinde merhamet, diğer insanlara şefkat barındırabileceğini; bu yüzden de önyargılardan arınmış olarak değerlendirilmeleri gerektiği gerçeğini ön plana çıkaran Victor Hugo, hukuk tarafından cezalandırılanın sadece "suçlu" olmadığına dikkat çekiyor. Eğer bir ailesi varsa mahkûmun uğrayacağı akıbetin sonuçları onları doğrudan etkileyecektir. Ceza her ne olursa olsun, cezalandırılan sadece mahkûmun kendisi değil, geride bıraktıkları da olacaktır. Dolayısıyla, adalet sistemi suç karşısında sadece o suçu işleyeni değil, suçlunun geride bırakacaklarını da yoklukla, parasızlıkla, çaresizlikle cezalandırmaktadır. "Adalet"in adaleti bu mudur?
"Göze göz, dişe diş" ilkesinden hareketle cinayet işleyen kişinin de canının alınması prensibine dayanan adalet sistemini eleştiren yazar; idam cezasının infaz edileceği günü bekleyen bir mahkûmun gözünden cezaevi hayatını betimlerken okuyanı, bireyin yaşayabileceği en derin sefaletle yüzleştirmeyi başarıyor. Ölüm olgusu, kimi zaman insanı her türlü manevi sefalete karşı duyarsızlaştırırken kimi zaman da hayat boyu sürecek bir esarete, kürek mahkûmiyetine dahi razı gelmeye zorlayabilmektedir.
Bir idam mahkûmu için asıl kaybedilecek olan canı mıdır; sevdikleri ve onlarla birlikte geçirebileceği geleceği midir? Yok olacak olan sadece bireyin hayatı mıdır? Asıl cezalandırılan kimdir? İnsan mı, toplum mu, insanlık mı?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder