13 Eylül 2017 Çarşamba

The Martian Chronicles


Güneş Sistemi içerisinde Dünya'ya en yakın gezegen olması sebebiyle insanoğlunun en fazla ilgisini çeken ve Ay'dan sonra ulaşmak için çaba sarf ettiği Merih... Bilimkurgu romanlara ve filmlere konu olan, bir zamanlar dünyayı istila edecek yaratıkların yaşadığına inanılan, şimdiyse insanlığın kolonileştirmeyi hayat ettiği, araştırma robotları gönderdiği kızıl gezegen. Yüzey şekillerine bakılarak binlerce yıl önce denizlerin, nehirlerin ve belki de yaşam formlarının bulunduğu teorileri ileri sürülen gizemli gök cismi Merih veya yabancı dilde anıldığı ismiyle Mars.

Ray Bradbury, 1940'lı yıllarda kaleme almaya başladığı eserine yoğun bir teknolojik içerik kazandırmak yerine merkezine insan öğesini koyarak insanlığın tarihi boyunca yaşadığı ve gelecekte de yaşamaya mahkum olduğu kısırdöngüyü şiirsel ve yeri geldiğinde mizahi bir anlatımla kaleme almayı tercih etmiş.

Kitapta dikkat çekici noktalardan bir tanesi, insanoğlunun beraberinde getirdiği su çiçeği mikrobu nedeniyle gezegende yaşamakta olan insansı canlıların ölmesi ve medeniyetlerinin son bulması. Bu, 15. yüzyılda İspanyolların Orta ve Güney Amerika'ya ayak bastıklarında yerli halka bulaştırdıkları çiçek hastalığından ötürü sebep oldukları toplu ölümlere çağrışım yapan bir ayrıntı olarak karşımıza çıkıyor. 

Yazar, Merih'e gelen insanların ruhlarını günahlardan arındırmak üzere gezegene gönderilen misyonerler aracılığıyla Tanrı ve günah kavramına da değiniyor. Binlerce yıl önce bedenlerinden arınarak ışık formuna kavuşmanın sırrına ulaşan Merihliler'i de Tanrı'nın yoluna davet etmek için onlara ulaşmaya çalışan rahipler bir Tanrı figürü yaratarak onlar adına bir kilise dahi kurarlar. Işıktan oluşan bu varlıkların cevabı düşündürücüdür. Bedenlerinden ayrılarak, onları günah işlemeye sevk eden tüm maddi unsurlarını terk eden bu varlıklar Tanrı kavramının bilincindedir. Zaten bu yüzden bedenlerini terk ederek ışıktan varlıklara dönüşmeyi tercih etmişlerdir. İnsanoğlunun inandığı semavi dinlerde anılan "melek" kavramı bu canlılar üzerinden satırlara yansımaktadır. Böylelikle, "Tanrı"nın yalnızca insanoğlunun tekelinde bir olgu olmadığı, evrenlerin yaratıcısı olması vasfıyla tüm canlıların ruhlarında ve bedenlerinde var olacağı hatırlatılıyor. "Beden"in tüm günahların kaynağı olarak gösterilmesi ise insanlığın bir başka komedisi olarak kitapta yer buluyor.

Başka bir gezegende yeni bir başlangıç yapmak için Merih'e yerleşen insanların hayatlarından kesitler sunulurken yetişkinlerin kendi çocukları başta olmak üzere diğer insanları görmek istedikleri kalıplara sokma alışkanlıklarına da yer veriliyor. İnsanoğlunun kendisini "birey" olarak görme hakkını elinde bulundururken çevresini şekillendirme alışkanlığından vazgeçmiyor olmasının yarattığı trajedi gözler önüne seriliyor.

Dünya'dan milyonlarca kilometre uzaklıkta, yalnızlık duygusunu daha da kamçılayan bir coğrafyada bireyin yalnızlığı, bu yalnızlıktan kurtulma çabası, ölümün elinden kurtarmaya çalıştığı hatıraları okurunu kimi zaman hüzünlendiren, kimi zaman güldüren; ama, çoğunlukla da düşündüren bir üslupla kaleme alınıyor.

Bradbury, insanlığın ulaştığı teknoloji seviyesinin günlük hayatı kolaylaştırırken kendi sonunu getirecek olan yıkımı hızlandırdığına, menfaati için bütünü yok etmeye varan bencilliğinin bir gün yine kendisinin kurmuş olduğu binlerce yıllık medeniyete son verebileceğine göndermede bulunuyor.

Kısa öykülerden oluşmasına rağmen bütünselliğini yitirmeyen kurgusuyla ve mizah ögeleriyle süslenmiş dramatik anlatımıyla The Martian Chronicles (Mars Günlükleri), kaleme alındığı dönemden bir asır sonrasında Merih'e ulaşan insanoğlunun, üçüncü bir dünya savaşı sonrasında uygarlık yolculuğuna en başından başlayabileceği yepyeni bir dönemin eşiğinde olabileceğine dikkat çekiyor.

Hiç yorum yok: