22 Haziran 2017 Perşembe

Zaman Makinesi


İnsanoğlunun M.S. sekiz yüz bin yılına gelindiğinde ulaşacağı medeniyet seviyesini 19. yüzyıl sonlarında kaleme aldığı bilimkurgu distopya romanıyla kurgulamaya çalışan H.G. Wells, uygarlığın ulaşacağı muhtemel zirve sonrasında insan ırkının avcı ve toplayıcı seviyeye yeniden dönüyor olacağını öngörüyor.

Kitabın yayınlandığı 1895 yılında, Sanayi Devrimi'nin yarattığı yoğun makineleşme ile birlikte emekçi kesimin toplumun temel ihtiyaçlarını büyük bir hızla karşılıyor olmasına rağmen, yükselen medeniyet seviyesiyle kıyaslanamayacak denli düşük standartlarda yaşıyor olması; buna karşın zengin ve aristokrat sınıfın kendisine sağlanan bu olanakları sonuna kadar ve büyük bir duyarsızlıkla kullanması arasındaki tezat dramatik bir anlatımla dile getiriliyor.

Medeniyetin gelişimi en nihayetinde bir çöküşle; kültürden, teknolojiden, toplumsal barıştan yoksun bir bölünmüşlükle ve insanoğlunun biri yer üstünde, diğeri yer altında yaşayan iki farklı tür olarak yaşamını sürdürmesiyle sonlanacaktır. Yer altında yaşayanlar, yer üstünde doğal alışkanlıkları ve içgüdüsel dürtüleriyle, düşünmeye ihtiyaç duymaksızın yaşayan insan türünün tüm temel ihtiyaçlarını karşılamaktadır. "Değişime ve değişim gereksinimine ihtiyaç duyulmayan bir yerde akla da ihtiyacın olmadığını" ifade eden yazar; yer üstünde yaşayanların bu çıkmaza girmiş olduklarını ve bu durumu büyük bir gaflet içerisinde deneyimlediklerine şahit olur. İlk insanda bir arada bulunan avcı-toplayıcı olma özelliği, yüz binlerce yıl sonra avcı ve toplayıcı olmak üzere tamamen ayrışmış iki insan türünde yaşamaya devam etmektedir. Güneş yüzü görmeksizin çalışanlar ile güzellikler içerisinde; fakat, düşünceden yoksun bir şekilde günlerini geçirenler arasında artık bir avcı ile av ilişkisi de başlamıştır.

Kitabın kahramanı olan Zaman Yolcusu, bu çağda yaşadığı maceralardan sonra daha da ileri bir tarihe giderek dünyanın son dönemlerine tanıklık eder. Güneş sönmek üzere olan kızıl bir yıldıza dönüşmüş, dünya ise karanlıklara gömülmüştür. Tarih öncesi dönemleri andıran devasa bitkiler ile canavarımsı canlı türlerine rast gelir. Atmosfer nefes almayı zorlaştıracak denli incelmiş; insanoğlu yeryüzünden silinmiştir. Her ne kadar karamsar bir tablo gibi gözükse de bilimin tariflediği sona erişmiştir yaşlı dünyamız.

Eserlerinde insanoğlunun bilimsel gelişim, keşifler ve teknolojik buluşlar ile yüksek bir medeniyet seviyesine ulaşacağını tasvir eden çağdaşı Jules Verne'nin aksine H.G. Wells, insanlığın kendi yarattığı ve yıkımına yine kendisinin sebep olacağı medeniyetin enkazı altında kalacağına inanmaktadır.

Hiç yorum yok: