Cumhuriyet döneminde Atatürk'ün yanında bulunmuş ve devrimlerin gerçekleşmesinde O'na eşlik etmiş olan devlet adamlarıyla yapılan kısa röportajlardan oluşuyor kitap. Hıfzı Topuz'un Türkiye tarihinde çok önemli bir yere sahip olan bir dönemi, yaşayanların dilinden olduğu gibi aktardığı eserde birbirinden farklı görüşleri ve yaklaşımları okuma şansına sahip oluyoruz.
Devrimlerin yaşatılmasının ve gelecek nesillere salimen aktarılabilmesinin Türkiye Cumhuriyeti'nin sürekliliği açısından ne kadar önemli olduğunu idrak edebilmek, bugünkü siyasi ve toplumsal yapıyı doğru tahlil edebilmek açısından faydalanılması gereken bir başucu kitabı.
Bugün yaşananların sanki yüz yıl öncesinden görülmüş olduğunu dikkate alırsak Atatürk inkılâplarının Türk milletinin ve Türk vatanının özgürlüğü için taşıdığı anlamı muhakkak ki daha iyi anlayacağız. İnkılâpları içselleştimek için ise önce Millî Mücadele'nin özünü doğru anlamak; İstiklâl Savaşımızın hangi şartlar altında verildiğini, özgürlük ve bağımsızlığın nasıl kazanıldığını tanıkların anılarına kulak vererek öğrenmek gerekiyor.
Atatürk ile ilgili anıları okurken özellikle dikkatimi çeken, o dönemi yaşamış iki farklı kişinin aşağıda aktarmakta olduğum görüşleri oldu. Bunlar, yakın tarihimizdeki gelişmeleri dikkate aldığımızda hiç hatırımızdan çıkarmamamız gerektiğini düşündüğüm gerçeklerdir.
Falih Rıfkı Atay diyor ki; "Bugün bu devrimler geri alınamaz. Fakat bu devrimlerin Türk milletine vermek istediği Batı uygarlığı dünyası içinde tam bir yeni çağ toplumu olma davası hâlâ bir gelecek zamanlar sorunudur.
Bilhassa bütün halk çocuklarının müspet ilimlere dayanan ilk eğitimden geçirilmesi bir sorundur. Atatürk devrimlerinin savunulmasında üç değişmez ilke vardır: düşünce ve vicdan özgürlüğü, kadın hakları ve yeni yazı".
Muhittin Baha Pars da şöyle diyor; "Atatürk'ü kaybetmemizden sonra devrimleri hazmedemeyenlerin bilinçleri altındaki tepki, özellikle 1946'dan sonraki demokrasi cereyanlarının yarattığı elverişli havada maalesef fırsat buldu. Bu suretle birçok gericilik olayına tanık olduk.
Bu gibi hayati esaslarda partilerin birleşmeleri gerekir. Partilerin müştereken mücadele edecekleri şey, milletleri yıkan irtica hastalığıdır. Fakat oy endişesiyle irtica konusunda taviz verilmemesi lazım geldiğini de unutmamak gerekir".
Daha fazla söze gerek var mı?
Atatürk, bir yalnız adam. Kurtuluş Savaşı yıllarında olduğu gibi 1923-1938 dönemine sığdırmaya çalıştığı inkılâplar döneminde de yalnız. Ne yazık ki, 1938'den sonra da yalnız kalmaya mahkum edilmiş.
"Beni görmek demek, behemehâl yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu yeterlidir".
Her 10 Kasım'da O'nun manevi huzurunda (!) saygı duruşunda bulunan bizler O'nu gerçekten de hissedebildik ve anlayabildik mi peki?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder