22 Temmuz 2016 Cuma

Aşkın En Güzel Tarihi


Kitabın adına baktığında insan; aşkın yaşanmışlığının ezelden ebediyete dek uzanan bir sonsuzluk içerisinde kaleme alındığı hissine kapılıyor. Oysa gerçekte aşkın değil; cinselliğin insanlık tarihi boyunca yaşadığı evrimsel gelişim aktarılıyor.

Dünya tarihine damgasını vurmuş ve kendisinden sonra kurulan birçok devlete farklı perspektiflerden zemin oluşturmuş Roma İmparatorluğu döneminden başlayarak kadın-erkek ilişkilerinin evlilik, cinsellik, aşk boyutlarındaki gelişimi Fransız uzmanlar ile yapılan söyleşilerle irdeleniyor.

Batı'nın krallıklar, kilise, Fransız İhtilali, dünya savaşları etkisinde geçirdiği toplumsal değişim içerisinde bireyler için hep tabu olmuş en insani hisler, hazlar, arzular. Doğasından geleni yaşamamak adına sadece bedenine değil, ruhuna da ket vurmuş insanoğlu. Erkek olsun, kadın olsun; insan zihninin kurguladığı fikirlerden oluşan, duygu dünyasına ve özünde doğaya ve yaratılışa aykırı pek çok yapay sınır içerisinde hapis tutmuş kendisini.

Medeniyet yolculuğu esnasında insan toplumları ile kadının toplum içerisindeki konumunun aynı şekilde ve boyutta gelişim göstermediğini üzülerek görüyoruz. Kadın her zaman ikinci planda kalmaya mahkum edilmiş bir varlık olarak karşımıza çıkıyor. Erkeğin zevklerine hizmet etmek üzere eğitilmiş, duygularını açığa vurmasına izin verilmeyen, evlilik kurumu içinde dahi erkekle eşit şartlara sahip olamayan kadın, liberal fikirlerin havada uçuştuğu yirminci yüzyılın ikinci yarısında dahi sömürülmekten kurtulamamış.

Cinselliğin yalnızca Batı dünyasında deneyimlenen toplumsal evrimini incelemek, bütünün görülmesine olanak sağlayamıyor ne yazık ki. İnsanlık tarihinin Doğu ve Batı dünyası olarak ele alındığı eski devirlerde Çin, Hindistan ve Arap dünyasında yaşanan aşkların hikâyesi, cinsellik, zevk ve evlilik boyutlarında irdelendiğinde ancak bütünlük sağlanabilir. Bu bakımdan, Aşkın En Güzel Tarihi insanın cinsellik tarihine ışık tutmaya çalışırken okurun yalnızca tek pencereden bakabilmesine olanak sağlıyor.

Aşkın bir tarihi hakikaten var mıdır? Aşkı zevkle, evlilikle ve kurallarla bağdaştırmaya çalışmak ne denli doğrudur? İnsanoğlu gerçekte aşkı bir başkasında mı yaşar; yoksa aşk denen duygunun kendisine mi sevdalıdır? İşte, kitabın sonunda okurun yüreğinde yer etmesi gereken en önemli sorular belki de bunlar. Cevapları akıl yoluyla bulunamayacak sorular...

Hiç yorum yok: