Analitik psikolojinin büyük dehası, insanın içsel bütünlüğünü sağlaması için bilinç düzeyini yükseltmesinin gerekli; ancak, yeterli olmadığını klinik vakalara ilişkin gözlemlerine ve çıkarımlarına dayanarak aktarıyor bizlere.
İç dünyamızın duyular, düşünceler, duygular ve sezgiler ile şekillendiğini, bilincin ise bilinçaltı okyanusunun üzerinde yüzen bir ada olduğunu savunan Jung; bilinciyle hareket ettiğini savunan insanoğlunun günlük yaşantısının önemli bir bölümünü gerçekte bilinçaltının etkisi altında yaşadığını savunur. Sadece geceleri değil, gündüzleri de rüya görmekte olduğumuzu; davranışlarımızın büyük bir bölümünü biz farkında olmadan bilinçaltımızın şekillendirdiğini ifade eder.
Biz farkında olmasak da iç dünyamız çoklu katmanlardan oluşmakta. Duyularımızla farkında olduğumuz dış dünyanın büyüklüğüne aldanmayıp ruhumuzun derinliklerini görmeye çalıştığımızda küçücük bir bedene sığdırılmış sonsuz derinlikte bir âlemin eşiğinde olduğumuzu fark ederiz. İnsanoğlunun kendi ruhuna yönelişi, ruhun maddi bir varlıkla eş tutulamayacağı veya bedenin herhangi bir bölgesi ile sınırlandırılamayacağı gerçeğini kavramasıyla mümkün olabilmiş ancak. Hâlâ tamamı keşfedilmemiş, gizemi çözülememiş bir evreni barındırıyoruz aslında.
Ruhsal bozuklukların kökenine inmek ve bunları kalıcı olarak tedavi etmek amacıyla Jung'un başvurduğu yöntemlerden biri olan düşlerin yorumlanması, beraberinde simgelerin anlamlandırılmasını ve nihayetinde de düşlerin mitlerle olan bağlantısını ortaya çıkarır. Rüyalarda görülen nesnelerin, canlıların ve gerçeküstü varlıkların rüyayı gören kişinin ruhsal durumuna ışık tutmakta olduğunu gözlemlediği klinik vakalarla kanıtlamayı başaran Jung; bu simgelerin mitolojiyle olan bağlantılarını da fark eder. Kolektif bilinçdışının bireyin bilinçaltıyla etkileşimi neticesinde şekillenen mitolojik unsurların uzantıları bireyin rüyalarında kendini gösterebilmektedir.
Kişilerin kendilerine itiraf edemediği, iç dünyalarının karanlık yönleri rüyalarında çok farklı şekillerde ortaya çıkabilmekte, rüyada cereyan eden olaylar kişilerin hayata olan yaklaşımları sebebiyle ulaşacakları sonu tasvir edebilmektedir.
Analitik psikolojinin bir bilim dalı olarak olgunlaşması ve kökleşmesi, klinik vakalar karşısında Jung'un önyargıdan ve genellemeden uzak yaklaşımlar sergilemesiyle mümkün olmuş. Her hastaya ancak farklı tedavi yöntemleri uygulandığında ve her vaka kendi gerçekliği içinde değerlendirildiğinde hastada güven duygusunun oluşacağı ve tedaviden sonuç alınabileceği gerçeğini gözler önüne sermiş.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder