16 Kasım 2014 Pazar

Karıncanın Su İçtiği


"Deniz o kadar durgun, o kadar durgundu ki karıncalar su içerdi. Azıcık sallansa deniz, alır götürürdü karıncayı".

Ada sakinlerini, yaşamlarını, ümitlerini, düş kırıklıklarını bundan daha iyi özetleyen bir deyim olabilir mi, bilemiyorum. Bir Karadeniz balıkçı deyimi imiş. Devletlerin bir imzayla aldıkları kararların insan topluluklarının hayatında yarattığı çalkantıları öyle güzel betimliyor ki...

İkinci kitabın ilk sayfalarında da adaya kayıkla yaklaşan bir yabancı betimlenir. Kimdir, kimin nesidir, bilinmez. Poyraz Musa'yı öldürmek üzere Bedevi şeyhinin gönderdiği bir fedai midir? Geçmişin günahlarının kefaretini Poyraz Musa'ya ödetmek için mi gelmiştir? Yabancı, yorgunluktan ağaçların arasında uyumuş kalmışken bir yılan gelir dolanır etrafında. Çatal diliyle havayı yoklayarak anlamaya çalışır kim olduğunu, neden ve nereden geldiğini yabancının. Sonra yavaşça gider. Bir süre sonra yabancı da geldiği gibi, bir sır perdesinin gerisinde ayrılır adadan. Gizemli yabancı ve yılan... Her ikisi de farklı bedenlerde vücuda gelmiş tek bir ruhu temsil eder gibidir. Usta kalem Yaşar Kemal'in bu ve benzeri betimlemeleri, satırlardan oluşan bu engin edebiyat ormanında insana doymak bilmeyeceği ruhsal bir ziyafet çekiyor.

Adaya farklı coğrafyalardan; Girit'ten, Karadeniz kıyılarından, Mezopotamya'dan insanlar, aileler gelir. Her biri farklı dünyalar, farklı hayaller barındırır yüreğinde. Kimi beğenmez, ayrılır adadan; kimi benimser, sever tüm ruhuyla. Gelenlerden biri Girit'te nam salmış yarış atları yetiştiren Musa Kazım Ağaefendi'dir. Kızlarıyla birlikte epey bir dolaştıktan, karısını yollarda yitirdikten, cefa çektikten sonra gelir yerleşir adaya. Yerleşir yerleşmesine; ama, çok yakın bir zamanda kendi adasına, Girit'e döneceğinden emindir. Kimseler diyemez bunun mümkün olmadığını, olamayacağını. Mübadele geri dönüşü olmayan bir yoldur onlar için. Geçmişlerine çekilmiş bir settir.

Bir diğer çilekeş Nişancı Veli'dir. Bir vakitler sevdiği kız uğruna, denizi terk edip bir dağ köyüne yerleşmiştir. O da savaşın eskittiği gençlerden biridir. Çocuklarını savaşta yitirmiş; karısı Sultan ile birlikte yeni bir başlangıç yapmak umuduyla yola çıkmışken Sultan, çocuklarının geleceği umuduyla yurduna geri dönmüş, Nişancı Veli de diyardan diyara savrulmuştur. Nihayetinde gelir, adaya yerleşir o da. Denizde nerede balık var, gider bulur. Kayığıyla varır nişana, atar oltasını, doldurur balıkla kayığını... Tüm ada halkı doyar onun tuttuğu balıklarla. Filozoftur Nişancı Veli. Poyraz Musa ile derin konuları tartışmadan edemez.

Akşam oldu muydu, atarlar közlerin üzerine balıkları, ortalığı kaplar yağlı bir duman. Paylaşırlar denizin sunduğu rızkı tüm ada halkı. Uzun yıllar açlık çekmiş bir halkı doyurmak ister gibidir Yaşar Kemal, Nişancı Veli'nin de yardımıyla. Kurulan sofralarda balık, ekmek, şarap boldur. Doymak nedir, bu sofralarda hatırlar ada halkı. Savaşlarda, göçlerde, mübadelede sefalet çekmiş bir halkın yemeğe, güvene, insanlığa kavuşmasıdır bir anlamda bu sofralar.

Dengbej Uso da ailesiyle birlikte adaya gelenlerden biridir. Bir halk ozanıdır o. Söylediği kılamlar ve stranlarla ada halkını başka âlemlere alır götürür. Bir gece Feqîyê Teyran'ın hikâyesini anlatır. Sesi ancak gün doğarken duyulabilen; fakat, kimsenin göremediği efsanevi bir kuşu aramayı hükmetmeye, emirlik yapmaya tercih edip yollara düşen bir Kürt emirinin oğludur Feqîyê. Günlerden bir gün önce mavi bir kuş görür. Hemen ardından da her yanı beyaz ışığa boğan bir başka kuş görünür. Bu kuş başının üzerinde üç kez döner, sonra uzaklara kavuşur. O günden sonra kuşların diline vakıf olur. Ermişlik mertebesine varan Feqîyê, kendisi için aradığı kavalı Bağdat'ta bulur. Gösterişten uzak bu kaval, büyük ozanlara yoldaş olmak için yapılmıştır. Ünlenir zamanla ve nâmı tüm Mezopotamya'ya yayılır. Gün gelip de son nefesini vermek üzereyken bütün kuşlar toplanırlar penceresinin önünde ve nihayetinde masallara konu olmuş Anka kuşu gelir, üç kez dolaşır başının üzerinde. Feqîyê Teyran son nefesini verir. Kitabın başlı başına bir bölümünü oluşturan bu hikâye, Anadolu'daki kültür mozaiğinin ne denli zengin olduğunu, farklı toplumlardan oluşmuş Anadolu insanının ne kadar büyük bir folklora sahip bulunduğunu gözler önüne seriyor.

"Derler ki, kürre-i arzda kuşların diline vakıf olan bir Hz. Süleyman bir de Feqîyê Teyran imiş..."

Sarıkamış'ta Poyraz Musa ile birlikte savaşan Baytar Cemil, umudunu yitirmeyen bir başka kahramandır. Memleketi Van'a döndüğünde şehrin terk edilmişliğine bir anlam veremez. Ailesi, sevdiği, tanıdıkları gitmişlerdir. Şehrin kapıları sessizliğe ve yalnızlığa açılmaktadır. Ailesinin izini sürmeye çalışır. Yolda ailelerini savaşta yitirmiş kimsesiz çocuklara rast gelir. Çoğu bir deri bir kemik kalmış; açlıkla ölüm arasında gezinen zavallılara dönmüş küçücük bedenlerdir bunlar. Kimsenin istemediği, üstelik yok edilmeleri vacip görülen çocuklar. Adaya varıp yerleşenlerden biri de Baytar Cemil olur. Onca yaşadıklarından, gördüklerinden sonra adanın insancıllığına sığınır.

Deniz, ada, insan, kültür mozaiği, Hızır aleyhisselamın olduğuna inanılan mavi keçiler ve onlara atfedilen efsaneler... Yenilgiye başkaldırışın öyküsüdür aslında Bir Ada Hikâyesi. Her şeye rağmen yaşamanın, hayata sarılmanın, yeniden başlamanın satırlara dökülmüş hâlidir. Erkeklerin her sabah traş olması teslim olmayışın bir göstergesidir. Hayata duyulan özlemdir. Lena Ana'nın adaya her yeni gelen için kaynattığı çorba, üstü başı perişan olanlar için dikilen kıyafetler, denize salınan her olta, paylaşılan sofra... Hayatın ta kendisidir. Savaşlardan, sürgünlerden, ölümlerden, kırımlardan yılmayıp yaşamlarına sarılan bir halkın destansı hikâyesidir.

Bedevi şeyhinin Poyraz Musa'nın ardından saldığı fedailer dahi destansı kişilikler olarak karşımıza çıkıyorken kitabın sonlarında peyda oluveren Kavlakzade Hacı Remzi, kötülüğün ete kemiğe bürünmüş hâlidir sanki. Satın aldığı eski Rum evlerini yıkarak topladığı malzemeleri inşaatlarda kullanmak üzere satan bir paragöz; yalanın, hilenin, yozlaşmanın timsalidir Hacı Remzi. Düşmanla işbirliği yapmakla kalmayıp savaş bittiğinde bir kahramanmış gibi ortalarda dolaşan, bununla da kalmayıp Halk Fırkası'nın kasaba reisliğine aday olan bir düzenbazdır. Yalnız ada halkının değil, tüm toplumun başına dert olacağı anlaşılan bir fırsatçıdır. Denebilir ki, kitapta kötülüğü temsil eden tek karakterdir. Kitabın geneline hâkim olan umudun aydınlığına gölge düşüren kara bir bulut gibidir Hacı Remzi.

Yine de adaya gelen her yeni yüz, yeni bir umudu müjdeler...

Hiç yorum yok: