Tarihimizde "Kızıl Sultan" olarak anılan II. Abdülhamid bize aktarıldığı gibi bir müstebit miydi; yoksa, topraklarının bütünlüğünü korumaya çalışan Osmanlı'nın dirayetli son padişahı mı? Ne yazık ki, kimin kahraman, kimin diktatör olduğuna tarihi kaleme alanlar karar veriyor. Sadece tek bir kaynağa dayanarak Abdülhamid hakkında hüküm vermek doğru olmayacak. Yine de bu kitap Osmanlı'nın son gerçek hükümdarı hakkında öğrenmemiz gereken çok şey olduğuna dair ipuçları veriyor bizlere.
Eserin kurgu dünyası içerisinde, kendisine suikast girişiminde bulunan gizli örgüt fedailerini affederek onlarla dönemin siyasal ve toplumsal yapısı üzerine müzakerelerde bulunan Abdülhamid Han'ın Mason örgütleri ve onların uzantıları tarafından ortadan kaldırılmak istendiğine tanık oluyoruz. 93 Harbi'nin başlamasıyla Meclis-i Mebusan'ı lağvetmesindeki sebepleri kendi ağzından okuduğumuzda, meclis üyelerinin ülkenin selameti için karar almak yerine kendi çıkarlarını gözetmeye devam ettiklerini, savaş hattına yakın çiftlikleri olanların mülklerini devlet koruması altına almaya çalıştıklarını, meclis oturumlarının hiçbir sonuca varmayan tartışmalara sahne olduğunu görüyoruz. Yine de kurgusal olarak dahi olsa, Mithat Paşa'nın yargılanmasına ve Taif'e sürgüne gönderilmesine ilişkin açıklamaları tarihin nesnelliği karşısında zayıf kalıyor.
Osmanlı'nın teknik ve askeri açıdan tüm zayıflığına rağmen, II. Abdülhamid'in izlediği akılcı dış politika neticesinde Avrupa devletleri karşısında nasıl ayakta kalabildiğini, hilafet makamının nüfuzunu kullanarak Hint Müslümanları'nı İngiltere'ye karşı bir koz olarak kullandığını, Filistin'de bir Yahudi devletinin kurulmaması adına izlediği ince siyaseti, dönemin büyük güçleri olan İngiltere, Fransa, Rusya ve Almanya karşısında kurguladığı stratejiyi anlama olanağı buluyoruz.
Jön Türk hareketi ile İttihat ve Terakki oluşumunun temelinde Mason localarının bulunduğu iddiaları kitabın satır aralarına serpilmiş. Milliyetçilik akımının Balkanlar'da kök salıp güçlendiği bir dönemde Türk milliyetçiliğinin de Jön Türkler ile birlikte kendine yer bulmaya çalışmasından faydalanan Mason örgütlerinin istibdattan kurtulmak isteyen özgürlük aşığı Türk gençlerini kendi çıkarları doğrultusunda fedai olarak nasıl kullanmış olduklarını, 19. yüzyılın siyasi dekoru önünde tarihi olaylarla oldukça başarılı bir biçimde harmanlamış yazar.
Kız çocuklarını da kapsayan eğitim politikası sayesinde dönemin kısıtlı olanakları dahilinde Anadolu'da bir hamle başlatan II. Abdülhamit, ülkesi için gerekeni görebilen; ancak, fikirlerini uygulamaya geçirmekte her zaman başarılı olamayan veya geciken bir hükümdar portresi çizmekte. Yazarın, 93 Harbi'ni konu alan "Kumandan" adlı eserinde de başkomutan olarak vermesi gereken emirleri zamanında vermemiş ve tereddütte kalmış olmasının savaşın kaderinde rol oynadığı hissedilir. İstanbul'da 31 Mart ayaklanması başladığında, hassa kuvvetleriyle müdahale edebilecek ve isyanı bastırmak suretiyle İttihat ve Terakki'nin iktidara ortak olmasına engel olabilecek durumdayken eylemsizliği seçerek kaderci bir yol izlemiş olmasına anlam vermekte zorlanıyor insan. Üstelik, bu kaderciliğinin tahttan uzaklaştırılmasına sebep olacağının bilincinde olmasına rağmen...
Kitabın son kısımlarında, II. Abdülhamit'in devrilerek Selânik'e sürülmesinin ardından İttihat ve Terakki partisinin ülkeyi I. Dünya Savaşı'na nasıl dahil ettiği anlatılıyor. Satır aralarında, Mason localarının Osmanlı ülkesini parçalamak ve Türkler'i tarih sayfasından silmek üzere oynadığı ince oyunlar çok çarpıcı bir dille aktarılıyor. İyi niyetle başlamış olmasına rağmen ülkenin mahvına sebep olan ve Jön Türk hareketinin siyasetteki devamı niteliğindeki İttihat ve Terakki oluşumunun yüz binlerce vatan evladının kanına nasıl girmiş olduğu da bir kez daha gözler önüne seriliyor. Osmanlı'nın en uzun yüzyılı sona ererken ve Osmanlı tarihinde oynanan son oyunun perdesi de böylelikle inerken "Asıl müstebit kimdi?" sorusuna cevap vermek okura kalıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder