8 Haziran 2014 Pazar

Engereğin Gözü


Tarihi romanlara ve tiyatro oyunlarına konu olmuştur Haseki Mâh-Peyker Kösem Valide Sultan'ın iktidar hırsı. Oğlu IV. Murat'ın 11 yaşında tahta çıkmasıyla başlayan, diğer oğlu İbrahim'in katli pahasına devam eden kanlı iktidar mücadelesinde torunu IV. (Avcı) Mehmet'i dahi gözden çıkarmıştır, Osmanlı sarayının bu meşhur Valide Sultanı.

Olayları ağzından dinlediğimiz Hadım Süleyman Ağa ve diğer saray hizmetlileri haricinde Osmanlı hanedanından kimsenin adı geçmiyor kitapta. Yine de Osmanlı tarihini okumuş veya en azından o dönemi sahneye aktaran oyunları izlemiş bir kişi, bahsi geçen kişilerin kimler olduğunu anlar.

Küçük yaşta Afrika'dan getirilen ve hadım edilerek saray hizmetine verilen Süleyman Ağa, Topkapı Sarayı'nda harem ağasıdır. Sultan İbrahim'in sarayda hapsedilmesiyle sonuçlanan darbenin bizzat Valide Sultan tarafından düzenlendiğini hayretle karşılasa da hayatta kalabilmek için dudaklarını mühürleyip gözlerini ve kulaklarını dört açar. Kimin dost, kimin düşman olduğunun anlaşılamadığı; daha da fenası yarının kimin yüzüne güleceğinin kestirilemediği bir ortamda hayat mücadelesi vermek kimi zaman onurundan feragat etmeye kadar götürecektir efendiye kulluk edeni. İktidarın karşısındakinin ruhunu ezen gücünün ete kemiğe büründüğü hükmedenler karşısında tebaasının nasıl alçaldığı, Süleyman Ağa'nın zindandan kurtuluşunu anlatan bölümde çarpıcı bir dille gözler önüne serilir.

Her ne kadar arka planda tarihi unsurlara yer verilmiş olsa da kitap, tarihi bir roman olmaktan çok psikolojik bir eser olma niteliği sergiliyor. Efendi ile köle arasındaki ilişkinin psikolojik boyutu üç aşamalı olarak ele alınmış eserde. Önce, kölesinin gözünde efendinin yüceltilmesine, ona insan üstü bir kimlik kazandırılmasına; hemen ardından da iktidardan uzaklaştırılmış ve hapis hayatına mahkûm edilmiş aynı hükümdarın kölesinin gözünde zavallı ve aşağılık bir konuma indirgenmesine tanık oluyoruz. Eserin sonunda ise efendi ile kölenin, üstün yanlarıyla, zaaflarıyla, korkularıyla, merhamete dayalı hisleriyle aynı zeminde buluştuğunu görüyoruz. Yeniden tahta çıkmak uğruna oğullarının öldürülmesine izin vermeyen ve canını almaya gelen cellada boynunu büyük bir metanetle uzatan padişahın, hapsedildiği odada gözyaşlarına boğulan, iktidar özlemiyle tahta çıkacağı günü hasretle bekleyen hükümdarla yakından uzaktan ilgisi yoktur. Efendi ile kölenin her ikisi de "insan"dır, "eşit"tir artık.

Kitap, "kral öldü, yaşasın kral" söyleminde olduğu üzere "padişahım çok yaşa" nidasıyla son bulur. İktidar güneşinin bakanları kör etmesidir bu nidada gizli olan anlam... Geçmişte kalanın, sadakat gösterilmiş olanın unutulması; anısının zamanın mezarına sonsuza dek defnedilmesidir.

Hiç yorum yok: