İstanbullu'nun zürafa denen o uzak diyarların gizemli hayvanıyla tanışması II. Mahmut dönemine rast gelir. Komşu devletlerin hükümdarlarına hediye olarak zürafa göndermeyi âdet edinen dönemin Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa, Osmanlı padişahı II. Mahmut'a da bir zürafa armağan eder. İstanbul sokaklarını yavaş adımlarıyla, ahalinin hayret dolu bakışları arasında geçerek Topkapı Sarayı'na gelen zürafa ne yazık ki, hiç alışık olmadığı bu iklimde, bir kış günü gözlerini bir daha açmamak üzere kapar.
Tarihin bizlerin bilmediği sayfalarını gözlerimizin önünde yavaş yavaş çevirerek birbirleriyle ilişkisini kırk yıl düşünsek kuramayacağımız olayları ve insanları ortak bir zaman ve mekân boyutunda buluşturmayı büyük bir ustalıkla başarıyor yazar. Çok ayrıntılı bir tarih arşivi taraması yaptığını, çok farklı kaynaklardan faydalandığını, öğrendiklerini büyük bir maharetle harmanladığını ve tüm bunları okurun ilgisini sürekli en üst seviyede tutan bir üslûpla satırlara aktarıyor olduğunu görüp de hayran olmamak elde değil.
Gayrı resmî tarihin önde gelen uzmanlarından biri olduğunu her sohbetiyle ve her kitabıyla ispatlayan üstat Sunay Akın, olayları ve kahramanlarını tarihin tozlu sayfalarına mahkûm kalmaktan kurtararak onları ete ve kemiğe büründürüyor; unutulmuşluğun yalnızlığından kurtarıyor. Bu kahraman kâh bir ressam kâh bir halayık olarak çıkıyor karşımıza. Bazen yıllar boyu İstanbul sokaklarını arşınlamış bir tramvay bazen Makedon dağlarında istibdata karşı mücadele veren hürriyet savaşçılarına eşlik etmiş bir geyik beliriveriyor satırlarında yazarın. Kitaptaki her anekdot bir sürpriz barındırıyor. Her hikâyecik ayrı bir edebî lezzet ırmağı olup akıyor okurunun ruhuna.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder