Tarihte benzeri görülmeyen bir dirayet örneğidir, iki kardeşin birbirlerine düşman olmaksızın bir devleti yönetmeleri. Yaşça küçük olmasına rağmen Tuğrul Bey'in tahta geçmiş olması, ağabeyi Çağrı Bey'in de Selçuklu ordusunu yönetmesi "çift başlı kartal"ın Selçuklu hükümranlığının simgesi olmasını çok güzel açıklıyor.
Genç Alparslan'ın Müslüman olmamakta direnen bir Şaman olan, demir yumruklu Temirlan Usta'dan alacağı icazet; orduda sözü geçen, asker arasında sayılan bir komutan olmak ve nihayetinde hükümdarlık yolunda ilerlemek adına çıkacağı yolculuğun ilk adımıdır. Temirlan Usta'ya yenilmek, geleceğini yitirmektir bir Selçuklu için. Kılıç kuşanamamak, yiğitliğini ispatlayamamaktır. Ve imtihan günü geldiğinde bileğinin gücü ile birlikte aklını da çıkartır er meydanına Alparslan. Hasmının zayıf noktasını kendi lehine kullanmak suretiyle Temirlan Usta'yı öyle bir yener ki, o büyük usta artık kimseyi er meydanında aşağılamayacak, utanç ile karışık bir yenilginin kurbanı yapamayacaktır.
Henüz taht mücadelesinde kardeş kanının dökülmediği bir dönemi yaşamaktadır Selçuklu. Amcası Tuğrul Bey'in halefi olan Alparslan, "Kızıl Elma" ülküsünü gerçekleştirmek; Batı'yı fethederek Anadolu topraklarını Türk yurdu hâline getirmek arzusundadır. O, doğu sınırında Karahanlı ve Gazneli tehlikesini bertaraf etmekle, içeride de kardeş ayaklanmalarını bastırmakla uğraşırken Batı'da Romen Diyojen adında bir general Bizans tahtını ele geçirir. Gözü pek, hırslı; ama, bir o kadar da zalim olan Diyojen Türkler'i ezerek Anadolu'nun yeniden mutlak Roma hakimiyetine girmesini amaçlamaktadır. Alparslan'ı meydan savaşına çekmek için uğraşır. Doğu'ya yürür ordusunun başında. Sayıca az olan Selçuklu birlikleri ise zırhları içerisinde hantal kalan ve çoğunluğu piyadeden oluşan Bizans ordusunu aman vermez akınlarıyla hırpalar.
1071 yılına gelindiğinde Alparslan, Selçuklu ülkesinin doğusunda barışı sağlamış olarak Batı'ya kararlılıkla yürümeye ve Romen Diyojen'in karşısına çıkmaya hazırdır artık. Ne var ki, Diyojen bu zaman zarfında boş durmamış, Vatikan'ın dolaylı desteğini de arkasına alarak mevcudu iki yüz elli bine ulaşan büyük bir ordu toplamıştır. Birbirlerine düşman Anglosaksonlar ve Normanlar ile Hristiyan Türk boyları dahi vardır ordusunda.
Nihayet iki ordu 26 Ağustos 1071 yılında Malazgirt Ovası'nda karşı karşıya gelir. Düşmanın neredeyse üçte biri büyüklüğündeki Selçuklu ordusu, geleneksel hilal düzeninde yerleşir ovaya. Birliklerinin başında, düşmana aman vermeden dövüşen bu cesur Selçuklu hükümdarını gören Hristiyan Türkler'in saf değiştirmesiyle bir kanadını yitiren Doğu Roma ordusu, diğer kanadının da çökmesiyle bozguna uğrar. İnsan üstü bir güçle, cesurca dövüşmesine rağmen Diyojen yenilir ve esir alınır. Ordusu da bir daha toparlanamayacak biçimde yenilgiye uğratılır. Alparslan, Diyojen'i affetse de Bizans Diyojen'i affetmez. Hapsedildiği kalede önce işkence görür, ardında da öldürülür bir zamanların kudretli imparatoru.
Anadolu'nun Türk yurdu olmasının yolu açılmıştır açılmasına; ancak, bu zafer yirmi beş yıl sonra düzenlenecek ilk Haçlı Seferi'nin de habercisidir. Katolik Kilisesi, Türk ilerleyişini durdurmak için ileri karakol olarak kullandığı Bizans'ı kaybetmiş olsa da İpek Yolu'nun üzerinde aşılmaz bir kaya gibi duran Müslüman Selçuklu'ya olan kinini yitirmemiştir.
Kitabın kaleme alınış tarzını, yazarın daha önce okumuş olduğum eserlerinde kullandığı üslûptan oldukça farklı buldum. Yararlandığı betimlemeler, mekânları ve kahramanları okurun gözünde canlandırmaya hizmet etmekten çok, okumayı zorlaştıran bir hâl almış. Sebebini anlayamadığım bir tasvir kaygısı algıladım kitabın bütününde. Bunun yanı sıra, olayların tarihsel akışı bilinçli bir biçimde kesintili olarak aktarılmış okura. Bizans sarayını ele geçirmeye çalışan Diyojen'in ihanete uğraması sonucu teslime zorlanmasıyla biten bölümü takip eden bir başka bölümde kendisini imparatoriçe Eudokia'nın kocası ve Doğu Roma tahtının sahibi olarak görürüz. Ne olmuştur da idam edilecekken imparator ilan edilmiştir? Bu sorunun cevabını öğrenmek için kaynaklara bakmak gerekiyor.
1071 yılına gelindiğinde Alparslan, Selçuklu ülkesinin doğusunda barışı sağlamış olarak Batı'ya kararlılıkla yürümeye ve Romen Diyojen'in karşısına çıkmaya hazırdır artık. Ne var ki, Diyojen bu zaman zarfında boş durmamış, Vatikan'ın dolaylı desteğini de arkasına alarak mevcudu iki yüz elli bine ulaşan büyük bir ordu toplamıştır. Birbirlerine düşman Anglosaksonlar ve Normanlar ile Hristiyan Türk boyları dahi vardır ordusunda.
Nihayet iki ordu 26 Ağustos 1071 yılında Malazgirt Ovası'nda karşı karşıya gelir. Düşmanın neredeyse üçte biri büyüklüğündeki Selçuklu ordusu, geleneksel hilal düzeninde yerleşir ovaya. Birliklerinin başında, düşmana aman vermeden dövüşen bu cesur Selçuklu hükümdarını gören Hristiyan Türkler'in saf değiştirmesiyle bir kanadını yitiren Doğu Roma ordusu, diğer kanadının da çökmesiyle bozguna uğrar. İnsan üstü bir güçle, cesurca dövüşmesine rağmen Diyojen yenilir ve esir alınır. Ordusu da bir daha toparlanamayacak biçimde yenilgiye uğratılır. Alparslan, Diyojen'i affetse de Bizans Diyojen'i affetmez. Hapsedildiği kalede önce işkence görür, ardında da öldürülür bir zamanların kudretli imparatoru.
Anadolu'nun Türk yurdu olmasının yolu açılmıştır açılmasına; ancak, bu zafer yirmi beş yıl sonra düzenlenecek ilk Haçlı Seferi'nin de habercisidir. Katolik Kilisesi, Türk ilerleyişini durdurmak için ileri karakol olarak kullandığı Bizans'ı kaybetmiş olsa da İpek Yolu'nun üzerinde aşılmaz bir kaya gibi duran Müslüman Selçuklu'ya olan kinini yitirmemiştir.
Kitabın kaleme alınış tarzını, yazarın daha önce okumuş olduğum eserlerinde kullandığı üslûptan oldukça farklı buldum. Yararlandığı betimlemeler, mekânları ve kahramanları okurun gözünde canlandırmaya hizmet etmekten çok, okumayı zorlaştıran bir hâl almış. Sebebini anlayamadığım bir tasvir kaygısı algıladım kitabın bütününde. Bunun yanı sıra, olayların tarihsel akışı bilinçli bir biçimde kesintili olarak aktarılmış okura. Bizans sarayını ele geçirmeye çalışan Diyojen'in ihanete uğraması sonucu teslime zorlanmasıyla biten bölümü takip eden bir başka bölümde kendisini imparatoriçe Eudokia'nın kocası ve Doğu Roma tahtının sahibi olarak görürüz. Ne olmuştur da idam edilecekken imparator ilan edilmiştir? Bu sorunun cevabını öğrenmek için kaynaklara bakmak gerekiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder