İkinci Dünya Savaşı'nın hemen öncesinde Yunanistan'ın batısındaki Kefalonya Adası, ufukta beliren İtalyan işgal tehlikesine rağmen barış dolu yaşantısına devam etmektedir. Ada halkı; medeniyetin beşiği olduğuna inandıkları ülkelerinin, savaş bulutlarının getireceği felaket sağanağından uzak kalacağına inanmak istemektedir. Adriyatik'in diğer tarafındaki topraklarda Hitler'e özenen bir diktatörü, görmekte olduğu emperyalist hayallerinden İngiliz dostlarının uyandıracağına inanmaktadırlar.
Savaşın gölgesinde sürdürdüğü hayatlarındaki sevinçleri, aşkları, hayalleri, hayal kırıklıkları, onulmaz dertlere şifa olan mucizelerine tanık oldukları azizlerin ülkelerini koruyacağına dair inançları ada halkının dudaklarından satırlara düşerken; İtalyan ordusunda, savaşın anlamsızlığını ve megaloman bir diktatörün hevesleri uğruna savaştıklarını bilerek dövüşen askerlerin hisleri de dile gelir. Utanılacak bir geçmişe sahip olduğu malum Mussolini'nin gerçek yüzü de bu sayede gözler önüne serilir.
Karısını yıllar evvel kaybetmiş Doktor Yannis, kızı Pelagia ve bir zerdeva (ağaç sansarı) ile birlikte küçük bir evde yaşar. Aslen tıp okumamış olmasına rağmen kitaplardan edindiği pratik bilgilerle hekimlik yapmakta; boş zamanlarında da Kefalonya'nın tarihine ilişkin bir eser kaleme almaya çalışmaktadır. Baba kızın yalnız hayatlarına, bir kaza sonucu, Mandras adında yakışıklı bir balıkçı dahil olur. Bu üçlünün kesişen yolları; sevgi, aşk, tutku kavramları etrafında gelişen diyalogları ve bu konuşmaların kök bulduğu dünya görüşlerini gözler önüne serer.
İtalya'nın Yunanistan'a saldırması ile başlayan savaş İtalyanlar'ın ağır yenilgisiyle sonuçlanır. Ne var ki, ardından gelen Alman saldırısına direnemez ülke ve İtalyanlar bu sayede ülkeyi işgal eder. Tuhaftır ki, Kefalonya'ya gelen İtalyan birliği sanki işgale değil, tatile gelmiş gibidir. Aralarından biri ise konuşmaları, davranışları, hayata bakış tarzı ile oldukça farklıdır. Topçu Yüzbaşı Antonio Corelli'dir bu adam. Aslen bir müzisyen olan; Antonia adını verdiği mandolini ile ruhunun tınılarını tüm dünyaya duyurma isteğiyle dopdolu bir sanatçıdır Corelli. Savaş denen bu cehenneme yanlışlıkla düşmüş gibi bir hâli vardır. Antonia'sını konuşturdukça savaşın ortasında bir barış vahası filizlenir. Bu vahanın tam ortasında yer alır Corelli. Evlerinde kaldığı Doktor Yannis ve Pelagia ile olan ilişkisi, ilerleyen aylarda farklı bir boyut kazanır. Sanki işgalci değil, uzun yıllardır tanınan bir dost gibidir.
Sonra, savaşın gidişatı değişir ve eski dost bir anda en acımasız düşmana dönüşür. Adada bulunan Alman birliği İtalyanlar'ı katleder. Yaralı kurtulan Corelli, mandolinini Pelagia'ya emanet ederek adadan kaçar. Antonia'nın evin altındaki mahzene saklanmasıyla birlikte güzel günler de yerini korkunun, acının, ihanetin ve açlığın hüküm sürdüğü zamanlara bırakır. Savaşın bitmesiyle adaya hakim olan Yunan komünistlerinin kendi halklarına zulmü Almanlar'ı aratmaz. Ve bu günlerin birinde Pelagia, Mandras ile yeniden karşılaşır...
Savaşın bitmiş olması, eski güzel günleri geri getirmez. Daha geçmişin acıları tam olarak unutulmadan adayı büyük bir deprem vurur. Ada halkının hayatını tümden değiştiren bu depremden sonra Pelagia'nın hayata bakışı yeniden şekillenir. Geçmişte olduğu gibi hayat dolu bir kız değildir. Ruhu, bedeninden daha hızlı yaşlanmıştır. Yine de hayata tutunmasını bilir. Aradan yıllar geçmesine rağmen Corelli'yi unutmaz. Kendisini savaştan sonra arayıp bulmadığı için ölmüş olduğunu düşünmektedir. Ta ki, bir gün Antonia saklanmış olduğu mahzende bulunup yeniden gün yüzüne çıkartılana dek. Bir başkasının elinde yeniden dile gelen Antonia, büyük bir sürprize davetiyedir aslında.
Hayatın, insanlara nasıl dramatik oyunlar oynadığının mizahi bir anlatımı Yüzbaşı Corelli'nin Mandolini. Bazı sayfalarda tüm çıplaklığıyla tanık olduğumuz savaşın karanlık yüzüne rağmen hayatın, insanı yaşama dürtüsüyle dolduran mizahi bir yanının olduğunu gözler önüne seriyor kitap. Bu yönüyle eski zamanların romantik eserlerinin havasını taşıyor gibi. Yaşadığı tüm özlemlerin, kırgınlıkların, öfkelerin kimi zaman nasıl mizaha varan bir yanlış anlamadan kaynaklanabileceğini görüyor insan. Ve yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen hayatın, geç de olsa yaşanmaya değer olduğunu anlıyor. Daha doğrusu hiç bir şey için geç kalınmamış olduğunun... Yeter ki, baktığı her yerde müziğin hayat veren tınısını yüreğiyle duyabilsin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder