Kuzeybatı İran'ın bir sınır kasabasında geçmekte olan bir on dokuzuncu yüzyıl hikâyesi... Hayatının baş yapıtını yazmak üzere kusursuz kâğıdı arayan Kâtip' in çevresinde cereyan eden olayları, dönemin siyaset sahnesinde oynanan oyunların gölgesinde dile getiren, sembolik bir eser.
Kolay okunamayan, ki bunda insanı hayal kırıklığına uğratan çevirisinin etkisi oldukça fazla, okurunun sayfalar boyunca devam eden yolculuğunda zevk alamadığı bir kitap olduğunu itiraf etmeliyim. Eserde yer alan kahramanların bir ismi yok. "Kâtip", "Dul", "Mahkûm", "Başgardiyan", "Elçi", "Rus", "Molla" gibi karakterlerin aslında birer sembol olduğunu bizlere hissettiren; ancak, hangi olguları temsil ettiklerinin sırrını açığa vurmakta ketum davranan kitabı doğru yorumlayabilmek adına o dönemin tarihsel olaylarını incelemek gerekiyor. O zaman semboller anlam kazanmaya başlıyor.
O dönemde Doğu ülkelerinde kâğıdın kolay bulunmadığına, kâğıt olmadıkça varlık sebepleri de ortadan kalkar hâle gelen kâtiplerin saman ve paçavradan yapılmış da olsa kâğıt bulmak için sarf ettikleri çabaya şahit oluyoruz. Kitabın baş kahramanı olan Kâtip, Batı'da ağaç kabuğundan elde edilen lifli hamurdan yapılan kâğıdın öyküsünü hayretler içinde takip ederken, bir yandan da kendisini ölümsüzleştirecek olan şiirini üzerine yazacağı o mükemmel kâğıda kavuşacağı günün hâyalini kurmaktadır.
Hikâyenin geçtiği dönemi dikkate aldığımızda, Kaçar Hanedanı'nın hüküm sürmekte olduğu İran'ın İngiltere ve Rusya baskısı altında bunalmışlığının izlerini kitapta görmek mümkün. Örneğin, "Başgardiyan'ın Kızını" Kaçar Prensi'ne istemeye gelen "Elçi"nin bir Gürcü olması, Kaçar Devleti'ne karşı Rusya'nın hakimiyetine sıcak bakan Gürcistan'a bir gönderme olarak düşünülebilir. Gerçekten de "Elçi"nin "Rus" ile girdiği diyaloğun, onu ve dolayısıyla Rusya'yı harekete geçirmek için olduğunu açık bir biçimde gözlemliyoruz. Aynı zamanda "Başgardiyan'ın Kızı"nın odasında baş köşede yer alan İngiltere Kraliyet Ailesinin fotoğrafı da İran üzerinde gizli bir ticari egemenlik kurmakta olan Britanya'nın varlığını okura hissettirmekte. "Rus" gibi alenen ortada olmamakla birlikte her zamanki ince siyasetini yürütmektedir Büyük Britanya. Ve tüm bu karmaşanın ortasında "Başgardiyan'ın Annesi"... Sert mizacıyla ve hoyrat tavırlarıyla şişman torununun bekaretini korumaya gayret eden bir büyükanne. Daha doğrusu, sahip olduğu zenginliklerle güçlü devletlerin iştahını kabartan ülkesi İran'ı korumaya çalışan Kaçar Şahı. "Başgardiyan'ın Kızı" ise verimli toprakları ve zenginlikleriyle semirmiş; ancak, bunları korumaktan aciz, şaşkın ve kaderine boyun eğmiş İran ülkesini simgeliyor gibi. Ülkenin yakın tarihini okumadan kitaptaki sembolleri çözmek çok da kolay olamıyor ne yazık ki. Yukarıda yapmaya gayret ettiğim çözümleme doğal olarak benim algıma dayanıyor. Bir başkası farklı yorumlarda bulunabilir.
Kâtip'in doğrudan dahil olduğu, bitmek tükenmek bilmeyen ve bir amaca hizmet etmeyen yazışmalar anlamsız ülke bürokrasisini ve devletler arasında bir türlü sonuca ulaşmayan müzakereleri simgeliyor adeta. Kâtip, kitabın hatırı sayılır bir bölümünü işgal eden bu anlamsız yazışmaların başrol oyuncusu olarak, güzel yazı sanatını göstermeye gayret eder durur. Oysa içeriği olmaksızın yazı yazmak zamanı öldürmekten başka bir amaca hizmet etmez. Kağıt sıkıntısı baş göstermeye başladığında Mahkûm'un sahip olduğu kâğıtlardan getirilir Kâtip'e. Boşmuş gibi duran kâğıtlarda, ancak okumasını bilene gözüken yazılar olduğunu fark eder Kâtip. "Kâtip olmanın" ne anlam ifade ettiğini ve nasıl gerçek bir kâtip olunabileceği yazılıdır kâğıtlarda. Bir giz saklıdır bu sayfaların boşluğunda... Ve bu gizi içinde saklı tutan Mahkûm... Zindan duvarları arkasına hapsedilmiş sağduyunun, doğruluğun ve erdemin sembolü. Çok uzak bir geçmişte kalmış değerlerin unutulmuş habercisi.
Kitabın son bölümleri, önceki bölümlerin aksine büyük bir hızla akıyor. Burada dile getirmeyeceğim, - zira anlattığım takdirde eserin sonunu da açıklamış olacağım - domino taşı misali birbirini tetikleyen olaylar zinciriyle kitap sona eriyor. Kitaba hayat veren sembolik karakterlerin akıbeti, bir anlamda İran ülkesinin akıbetini de gizli gizli fısıldıyor okurun kulağına. Bahıyyıh Nakhjavani'nin, ustalığını sergilemek için eserinin sonunu beklemiş olduğunu düşünmeden edemiyor insan.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder