19 Nisan 2013 Cuma

Rüyadan Uyanış


İnsanoğlu, "arayan" kimliğinden kurtularak "bulan" seviyesine ulaştığında varlığının sebebini de çözebilmiş demektir. Ruhsal gelişim odaklı kitaplarda çoğunlukla vurgulanan, "Tanrısal Işığın" insanın bizzat kendi ruhu olduğu olgusu işleniyor "Rüyadan Uyanış"ta.

Yıllar boyunca biz insanlara Tanrı'ya ulaşmanın yolunun acı, ıstırap, çile ve yoksunluk duygusundan geçtiği; Tanrı'nın da korkulacak bir varlık olduğu ezberletildi. Ne yazık ki, çoğumuzun yüreğinde Tanrı sevgisinden daha kuvvetli bir Tanrı korkusu bilinci yerleşti. Oysa, Tanrı'nın bağışlayıcılığının koşulsuz bir sevgiden geçmekte olduğunun farkına hâlâ varamadık. Tanrı sevgisinin aslında insanın kendi varlığına duyması gereken sevgiden farklı bir boyutta olmadığını; insanın kendini tanıması ve varlık sebebinin cevabını bulması için bakışlarını yine kendi içine yöneltmesi gerektiğini özetliyor kitap. Yanıtların "dışarıda" değil, "içeride" olduğunu açıklıyor. Diğer bir deyişle, mutluluğu dışarıda "arayan" değil, kendi içinde "bulan" olmayı öğütlüyor.

Geçmişin pişmanlıkları ile geleceğe ilişkin endişe ve korkuları arasına sıkışıp kalmış insanın, bugünü yaşamaksızın tükettiği; böyle davranmakla da "an" denen olgunun güzelliğini, neşesini ve esenliğini fark etmeksizin harcadığı ifade ediliyor. Meditasyonlarda sıkça uygulandığı üzere kişi, soluk alış verişlerine odaklandığında aslında fark etmeksizin sürekli olarak yapmakta olduğu bir eylemin farkına varmış oluyor. Bu farkındalık alıştırması, yaşamakta olduğu "an"ın farkına varması adına herkesin yapması gereken bir eylem gerçekten de. Çevremizden hergün ve her vesileyle almakta olduğumuz uyaranlar sebebiyle özümüzden uzaklaşıyor ve yabancısı olduğumuz bir "ben"in kimliğine bürünüyoruz. Yalnız kalmak ve içimize dönebilmek için kendimize ayıracağımız fasılalar, aslında kendimizi yeniden bulabilmek adına sahip olacağımız fırsatlar.

En büyük erdem, tıpkı Tanrı'nın "bir" oluşu gibi insanın da "birlik" prensibine uygun yaratılmış olduğunu kabullenmek ve "dualite"ye dayalı inanç sisteminden uzak durabilmek olmalı. Hayır ve şerrin Tanrı'dan geldiği inancı aslında bu "bir"lik prensibinin bir uzantısı. İnsanoğlu, iyi olduğunu kabullendiği gibi kötü veçheleri olduğunu da kabul etmeli ve bu bilinçle yaşamalı. Farkına varış, insanın en büyük uyanışı; gaflet hâlinden kurtuluşu olacak.

Aslolan "sıradan (olağan)" olabilmektir. Bizler, hayatı yaşadığımızı düşünürken; aslında bizi yaşamakta olan bir güç, bir enerji, bir harika, bir gizem vardır. Hayatın devinimine kendimizi bırakacak olursak, o bizi bir dalganın yolunu sahile doğru bulması kadar güvenli bir biçimde beraberinde taşıyacaktır. Egoya dayalı arzuların yarattığı enerji kaybı o denli yüksek ki, insanın, kim olduğunu bilişin bulunduğu o sakin yere varması asla gerçekleşmeyecek bir hayalden öteye gidemeyecektir.

Yabancı dilden Türkçe'ye çevrilen çoğu kitapta olduğu üzere bu kitabın çeviri kalitesi de insanı hayal kırıklığına uğratıyor. Sürükleyici bir anlatıma sahip olmamasının yanı sıra cümle düşüklükleri de anlamından uzaklaşmış ifadelerle sonuçlanıyor. Neticede, bir dirhem bal için bir çeki keçiboynuzu çiğner duruma düşüyor kitabı okuyan. Aktarmaya çalıştığı anafikir hatırına okumaya devam ettim. Özünde yer alan doğrular adına yine de okuduğum için pişmanlık duymadığımı itiraf etmeliyim.

Hiç yorum yok: