Rumi takvime göre 1293 yılına denk geldiğinden tarihimizde 93 Harbi olarak da bilinen 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'nın belki de dönüm noktasını oluşturan Plevne savunması... Ve bu savaşta destanlaşan Osman Nuri Paşa...
Ortaokul ve lise yıllarında okumak zorunda kaldığım yüzeysel tarih kitaplarında yarım sayfa dahi ayrılmadığını hatırlıyorum Plevne savunmasına. Gazi Osman Paşa'nın bu savaşta göstermiş olduğu kahramanlık nedeniyle Ruslar tarafından büyük saygı gördüğünden ve esir düşmesine rağmen kılıcını taşımasına izin verildiğinden bahsedilir yalnızca. Oysa, "hasta adam" olarak nitelenen bir devletin ordusunun deneyimlemekte olduğu ruh hâlini, içinde bulunduğu fiziksel koşulları, askerin başındaki komutanların sergiledikleri tutumu bilmeyiz çoğumuz. Gerisini araştırmak için bir ipucu dahi verilmez bizlere. Tarihi kurgusal olarak ele alıyor olsa da bu tarz eserleri, geçmişimizle ilgili pek çok konuya ışık tutmakta olduklarını düşündüğümden başarılı buluyorum.
Kitabı okurken beni en çok etkileyen husus, karakterlerin ruh dünyalarının son derece canlı bir biçimde betimleniyor olması. Çevresinde sert ve dirayetli bir asker olarak tanınan Osman Nuri Paşa'nın yalnızlığının ve başarıya ulaşmak için kendisinden başka kimseden medet ummaması gerektiği düşüncesinin yüreğini sömüren bir sülük misali tasvir edildiğine tanık oluruz. Bu yalnızlık onun hem ruhunun hem de savaş meydanındaki varlığının kaderi olacaktır. Orduya hâkim olan toplum psikolojisinin yanı sıra, bireylerin korkuları, sevinçleri, tutkuları, düş kırıklıkları da dile geliyor satırlara serpiştirilmiş sözcüklerde.
Rusya ve İngiltere'nin Osmanlı Devleti üzerinde oynadıkları oyunların ne denli ince bir siyaset çizgisinde seyretmiş olduğu görülür. Hattâ bu iki devletin birbirlerini sürekli tartmak ve bir sonraki hamlelerini görmeye çalışmak suretiyle karşılıklı çıkarlarını nasıl korudukları gözler önüne serilir. Avrupa'nın göbeğinde her geçen gün güçlenen Prusya'nın Osmanlı ile işbirliğine girerek kendileri için yakın bir gelecekte büyük bir tehlike oluşturacağını görmektedir bu iki devlet. O tarihten yaklaşık yirmi yıl önce Kırım'da Rusya'ya karşı Osmanlı'nın yanında savaşan İngiltere, şimdi Ortadoğu üzerindeki çıkarlarını korumak adına Rusya ile ikircikli bir işbirliği içerisindedir.
Rus ordusunun hücumları karşısında savunma savaşı tüm şiddetiyle devam ederken her iki tarafın galip gelmek adına verdiği amansız mücadele; en uysal ruhların dahi, karşısındaki düşmanın bedeninde cisimleşmiş ölüm karşısında canavarlaşması, hayatta kalma dürtüsünün mutlak öldürme dürtüsüne dönüşmesi son derece başarılı bir üslup ile kaleme alınmış. Umarsızlığın sınırına gelmiş bir insanın ölmemek için öldürmek içgüdüsü müdür; yoksa vatan ülküsü adına düşmana geçit vermemek amacı mıdır bu kıyımın sebebi? Kahramanlık, yaşanmakta olan bu toplu katliamın neresinde yer almaktadır? Tarihte binlerce insanın kanını döken, yabancı toprakları kana ve yasa boğan, zaferler ile yücelen komutanlar tarihe kahraman olarak mı geçecektir, yoksa katil olarak mı anılacaklardır? Bir savaşın galibi olduğu için adını tarihe yazdıran komutan, aynı savaşı yitirmiş olsaydı nasıl anılacaktı? Cevapsız kalmaya mahkûm gibidir tüm bu sorular.
Osman Paşa'nın Plevne'de savunma harbinde yaşadığı yalnızlığın tasvirini okurken bir komutan olmanın kendisine yüklediği sorumlulukların çok daha fazlasını yüreğinde taşıdığını görüyor insan. Okay Tiryakioğlu; Kuşatma 1453 adlı eserinde II. Mehmet'in yaşadığı ruhsal yalnızlığın ipuçlarını kendisinin Avnî mahlasıyla kaleme aldığı manzum eserlerden bir örnek vererek okuruna aktarmaya çalışıyordu. İnsan o zaman anlıyor, kuşatma altında olanın da kuşatanın da aynı yalnızlığı deneyimlediğini.
Hiç kimse yok kimsesiz
Herkesin var bir kimsesi
Ben bugün kimsesiz kaldım
Ey kimsesizler kimsesi
Kimse aradığım yollarda
Kimsesizlik kimsem oldu
Dinsin artık hicranın cana
Kimse aradığım yollar
Kimsesiz kimselerle doldu
Avnî
Eski zaman savaşları ne denli acımasız olursa olsun, tarafların gerektiğinde mert bir düşmana saygı duymaktan kaçınmadıklarını, karşısında yenilgiye uğrasalar dahi onu takdir ettiklerini okuyunca şaşırmadan edemiyor insan. Plevne, Rusya için İstanbul yolundaki en büyük engel... Bu engeli aşmak Rusya için o denli önemlidir ki, ordularını yönetmek üzere Çar II. Alexander bizzat Plevne'ye gelir. Bu, yalnız Avrupa'nın "hasta adamı"nı yenmek için değil, tahtını korumak için de kazanması gereken bir savaştır.
Osmanlı ordusu, Ruslar'ın tüm hücumlarına direnir yılmaksızın. Ancak, aylar süren kuşatma beraberinde açlığı da getirir. Midelerinin üzerine taş bağlayarak direnmeye çalışırlar açlığın ruhu kemiren doymazlığına. Nihayetinde bir huruç ile düşman saflarını yarmaya ve güneyde yeni bir savunma hattı oluşturmaya karar verir Osman Paşa. Sonuç, tarih sayfalarında da yazdığı üzere kahramanca bir yenilgidir. Savaş alanında düşmana değil, yazgısına yenik düşmüştür aslında Osman Paşa.
Galip gelen aslında kimdir? Kendilerine İstanbul yolu açılan Ruslar mı; Türk'ün mücadeleci ruhunu tüm dünyaya gösteren, vatanı ve bayrağı için kendini feda etmekten kaçınmayan Türkler mi? Savaşların galibi gerçekte kimdir? Kağıt üzerinde bir yenen ve bir yenilen olsa da her zaman; cevapsız kalmaya mahkûm bir sorudur bu.
Avnî
Eski zaman savaşları ne denli acımasız olursa olsun, tarafların gerektiğinde mert bir düşmana saygı duymaktan kaçınmadıklarını, karşısında yenilgiye uğrasalar dahi onu takdir ettiklerini okuyunca şaşırmadan edemiyor insan. Plevne, Rusya için İstanbul yolundaki en büyük engel... Bu engeli aşmak Rusya için o denli önemlidir ki, ordularını yönetmek üzere Çar II. Alexander bizzat Plevne'ye gelir. Bu, yalnız Avrupa'nın "hasta adamı"nı yenmek için değil, tahtını korumak için de kazanması gereken bir savaştır.
Osmanlı ordusu, Ruslar'ın tüm hücumlarına direnir yılmaksızın. Ancak, aylar süren kuşatma beraberinde açlığı da getirir. Midelerinin üzerine taş bağlayarak direnmeye çalışırlar açlığın ruhu kemiren doymazlığına. Nihayetinde bir huruç ile düşman saflarını yarmaya ve güneyde yeni bir savunma hattı oluşturmaya karar verir Osman Paşa. Sonuç, tarih sayfalarında da yazdığı üzere kahramanca bir yenilgidir. Savaş alanında düşmana değil, yazgısına yenik düşmüştür aslında Osman Paşa.
Galip gelen aslında kimdir? Kendilerine İstanbul yolu açılan Ruslar mı; Türk'ün mücadeleci ruhunu tüm dünyaya gösteren, vatanı ve bayrağı için kendini feda etmekten kaçınmayan Türkler mi? Savaşların galibi gerçekte kimdir? Kağıt üzerinde bir yenen ve bir yenilen olsa da her zaman; cevapsız kalmaya mahkûm bir sorudur bu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder