Dinler tarihinde Sodom ve Gomore, halkları ahlâkını yitirmiş bir şekilde sapkınlıkta geri dönülmez bir noktaya geldikleri ve doğru yolu seçmeleri için Tanrı'nın uyarılarına kulak tıkadıkları için gökten yağan ateşle yok olmuş şehirler olarak bilinir. Bu iki şehrin halkı Hz. Lût'un onları doğru yola sevk etmek için sarf ettiği tüm sözleri duymazdan gelmiştir.
Olaylar, işgal altındaki İstanbul'da geçer. Yabancı hayranlığı ile gözleri tüm gerçeklere karşı kör; Türklüklerini yitirmiş, hattâ Türk olmaktan utanan; kendi kimliklerine yabancılaşmış bir insan topluluğunun çığırından çıkmış günlük yaşantısından bir kesit aktarılır kitapta. İngiliz ve Fransız işgal kuvvetlerinin subayları el üstünde tutulur. Tüm davetlerde şeref konuğu olarak yerlerini alırlar. "Yüksek sosyete" ya da kitapta geçtiği üzere "monden" hayatın gereklerini sınır tanımaksızın, düşünmeden yaşar bu insanlar. Sefahat âlemleri sınır tanımaz bir ahlâksızlık ile sürüp gitmektedir işgal İstanbul'unda. Düşünme yetisinden uzak ve yozlaşmış bu kesimin kimi zaman sonu isteri nöbetlerine varan şımarık yaşantısı, bazı satırlarda kısacık da olsa bahsi geçen Anadolu'daki kurtuluş mücadelesinin ruhuyla tezat teşkil etmektedir.
Aslen Türk olup da yabancı uşaklığı yapmak için birbiriyle yarışan ve kendilerini bir insanlık komedisinin baş aktörleri durumuna sokan bu insanların sapkınlıkta işgalcilerle yarışır durumda olmaları gerçekten de hayret verici. Elbette ki, bu sefahat içindeki sapkın yaşantıyı tüm İstanbul insanına mal etmez Yakup Kadri. Anadolu'ya uğurladıkları evlatlarını, kocalarını, sevdiklerini metanet ve vakur içerisinde bekleyen, ellerinde kalmış tek değerleri olan namuslu hayatlarını yaşayan insanlar da vardır. Osmanlı'nın son başkentinde tüm bu zıtlıklar yaşanırken Sakarya'da bir destan yazılmış; Yunan ordusu İngiliz siyasetini rezil edercesine ezilmiştir. İstanbul, yıllardır hasretini çektiği müjdeli haberi beklemektedir artık. Başta İngilizler olmak üzere herkes, çok yakın bir tarihte her şeyin değişeceğini hissetmektedir.
Batılı tarzda bir hayat sürmek adına haysiyetlerini büyük bir gaflet içerisinde ayaklar altına alan kadınların ve genç kızların toplum önünde düştükleri sefil durumun farkına varmaları olanaksız gibidir. İşgal kuvvetlerine mensup ve bir zamanlar bu ortamda el üstünde tutulan subaylar dahi, bir süre sonra uzaktan uzağa mideleri bulanarak seyretmeye başlar bu sefih insanları.
Yunan'ın önüne kanlı bir et parçası gibi atılan Anadolu artık kurtulmuştur. İşgal kuvvetleri, doğunun bu "kokuşmuş" şehrinden ayrılacakları günü sabırsızlıkla beklemektedir. Ve nihayet "kalpaklı adamlar" gelir. İstanbul'un "yüksek sosyetesinin" gözünde bu siyah kalpaklı, kaba saba kıyafetler içindeki insanlar, yabancı subayların sahip oldukları zariflikten ne de uzaktırlar! Ne dans salonlarında boy göstermesini bilirler ne de şatafatlı davetlerde... İşte, kurtarıcılarına karşı bu denli gaflet içerisindedir İstanbul'un bu "monden" insanları!
Yaşanan sefahat âlemlerinin vardığı sapkınlığı tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermesi bakımından, kaleme alındığı dönem için oldukça aykırı bir dile sahip olduğunu söylemek yanlış olmaz kitap için. Toplumdaki yozlaşmış bir kesimin cinsel sapkınlıklar da dahil olmak üzere içine yuvarlandığı bu kör kuyunun karanlığı, okurken insanı rahatsız edecek düzeye ulaşıyor zaman zaman.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder