11 Kasım 2012 Pazar

Katre-i Matem


"Matem Damlası"dır Hafız Çelebi'nin ikiz bir soğandan yetiştirmeye çalıştığı lalenin adı; eski dilde "Katre-i Matem"... III. Ahmet'in Avusturya kralına armağan etmek üzere sipariş verdiği çiçeğin ikiz soğanının teki, gerdek gecesinin sabahında parçalanmış olarak bulunan bir taze gelinin sıkı sıkıya kapanmış avucundadır. Diğeri ise...

On sekizinci yüzyılın başlarında Osmanlı tarihinde Lale Devri olarak da bilinen III. Ahmet döneminde geçer olaylar. Sadabat Kasrı'nda tertip edilen; padişah ve Nevşehirli Damat İbrahim Paşa başta olmak üzere devletin ileri gelenlerinin katıldığı eğlencelerin, musiki ve söz meclislerinin ezgileri İstanbul'un fakir semtleri üzerindeki açlığın, sefaletin ve toplumdaki kokuşmuşluğun üzerlerinde yankılanır. Başta, yeniçeri ve serseri takımı olmak üzere yönetimdekilerin yaşadığı zenginliği ve sonu gelmez sefahat âlemlerini uzaktan uzağa hasetlik içerisinde izleyen, açlığın ve yokluğun gözlerini döndürdüğü kesim için için kaynamaktadır. Haliç'in liman kahvehanelerinde veya şehrin hamamlarında akşamları gizli toplantılar düzenlenmekte, şehrin güvenliğinden bizzat sorumlu olan görevlilerin ve yeniçerilerin dahi dahil olduğu gizli topluluklar, başta sadrazam olmak üzere devletin ileri gelenleri aleyhine karanlık planlar kurmaktadırlar.

Arka planda hüküm süren şehrin fakirliği, Kara Şahin ve Yanık Yusuf'un kesişen kaderlerini yaşarken başlarından geçen karanlık olaylara dekor teşkil eder. Bu iki arkadaşın hayat öyküleri tamamen farklı olsa da hayatlarına girmiş ve kendilerini içine düştükleri duruma sürüklemiş olanların aynı kişiler olduğunun anlaşılmasıyla daha da karmaşık ve gizemli bir hâl alır. Kendilerine acımasızca oyun oynamış geçmişlerinden kaçarken yolları bir hamam külhanında kesişir. Sonrasında başlarından geçenler aslında ne denli büyük bir tehlikenin önü sıra yaşadıklarını hissettirir onlara. Yanık Yusuf, huzuru Hafız Çelebi'nin himayesinde ve onun lale bahçelerinde ararken Kara Şahin, önce dervişlik yoluna girer; sonrasında da beklemediği bir şekilde sadrazam İbrahim Paşa'nın himayesine. Merhum Sultan II. Mustafa'nın cariyesinden doğmuş bir şehzade olduğunu bilmeksizin yaşar. Oysa hem III. Ahmet hem de Nevşehirli İbrahim Paşa bu gizli şehzadenin peşindedir. Kimsecikler bilmez Kara Şahin'in aslında şehzade Ahmet olduğunu... Onu gölgesi gibi takip eden ve koruyan Üç Hilal Cemiyeti ve onun yaman casusu Hörükız dışında. Bir cinayetin zanlısı konumundayken sadrazamın has adamı hâline gelen Şahin'in tek amacı vardır. Canı kadar sevdiği karısını evlendiği gece öldürenleri bulmak.

Onlar bu gizemli cinayeti aydınlatmaya çalışırlarken "Katre-i Matem" adını verdikleri lalenin yitik bir sevgiliye duyulan sonsuz aşkın simgesi hâline gelişine tanık oluruz. Enselerinde ölümün nefesini hissetmelerine rağmen yüreklerinde yanan aşk ateşinin sıcaklığını onlarla birlikte yaşarız. Yanık Yusuf, Şehnaz'a; Kara Şahin Nakşıgül'e; Hafız Çelebi ise lalelerine âşıktır. Kimi zaman Leyla ile Mecnun'dan; kimi zaman Tanrı aşkıyla yanıp tutuşan bir dervişin hayatından; kimi zaman da anonim halk öykülerindeki sevgililerin aşklarından kesitlerle süslenmiştir eser. Bu öykülerdeki anafikir ise hep aşktır. İnsanın yüreğini sızlatacak denli yoğun yaşanan bir aşk.

Tatsız tuzsuz yazılmış tarih kitaplarında anlatılan Patrona Halil ayaklanmasını, bizzat tanık oluyormuşçasına; hattâ yaşıyormuşçasına okuyoruz satırlar birbirini kovalarken. Sadabat'ta yaşanan zevk âlemlerinin ardı arkasının kesilmemesi; padişah ve sadrazamının halkın sefaletine olan duyarsızlığı; İran'da Safevi Devleti ile savaş hâlinde olan ordunun bozguna uğraması, buna rağmen III. Ahmet'in sefere çıkmaktaki isteksizliği bardağı taşıran son damlalar olur. Patlak veren isyanın başıbozuk takımı tarafından yönetildiğini anlamak için halkın sancak niyetine açılan hamam peştemalleri altında toplanmış olduğunu söylemek yeterli olacaktır. Yakınları arasında patrona (Osmanlı donanmasında kapudane ile riyale - bugünkü koramiral ile tümamiral - arasında bir rütbe) olarak anılan, geçmişinde hamam tellaklığı da yapmış bir yeniçeri neferi olan Halil Ağa, yine kendisi gibi zorbalar arasından topladığı serkeş takımıyla ayaklanmayı başlatır. Halk o denli bezmiştir ki fakirlikten, sürüp giden bozuk düzenin değişmesi için ayaklanmaya katılır. İsyana kapıkulu askerlerinin de katılmasıyla geri dönülmez bir yola girilir.

Patrona Halil Ayaklanması kitapta çok canlı bir betimleme ile aktarılır okura. Kağıthane Deresi'ni bezeyen Sadabat'ın yağmalanışı, burada bulunan her biri sanat eseri kıymetindeki değerli kasırların yıkılışı gerçekten de bir kayıptır. Verilen tahribatın büyüklüğü o derecedir ki, eseri kaleme alan üstat İskender Pala, Sadabat'ı yağmalayan isyancıları tasvir etmek için şunları aktarır satırlarında.

"Devleti düşünmek şöyle dursun onlar kendi geleceklerini bile düşünemeyen ufuksuz adamlardı. Çoğu aç ve sefil oldukları için ağızlarına atılacak bir kemik parçasından daha ötesini göremeyecek kadar kör köpek sürüleri. Bunlar Osmanlı tarihini yapan şerefli yeniçeriliğin yüz karası, sünnetsiz, nursuz, pirsiz it takımıydılar. Haysiyet, namus, hamiyet, devlet, millet onlar için bir anlam taşımıyordu".

Ayaklanma devam ederken Kara Şahin, Yanık Yusuf ve Hörükız da yapmış oldukları planı uygulamaya koyulurlar. Kendilerini takip edenler, avcı iken av durumuna düşmüşlerdir artık. Tek amaçları Şahin'in zanlı durumuna düşürüldüğü cinayeti aydınlatmaktır. Fıtratları ile tezat teşkil edecek şekilde işkence ederler zalimlere; ağızlarından gerçeği öğrenebilmek adına. İyi huylu, temiz yürekli insanların dahi son noktaya geldiklerinde neler yapabileceklerine hayretle tanık oluyor insan.

Kitap, olayların ardında yatan gerçeklerin beklenmedik bir şekilde ortaya çıkışıyla son buluyor. İskender Pala; Osmanlı tarihine damgasını vurmuş bir devrin toplumdaki yansımalarını okura aktarırken, bir esrar perdesinin gerisinde son ana dek saklı tuttuğu gerçeği imbikten damıtırcasına yavaş yavaş gün yüzüne çıkarmaktaki ustalığını da başarıyla kullanıyor.

Hiç yorum yok: