Bu sene yaz tatilimizin üç gününü Bozcaada'da geçirdik. Adanın güneyinde yer alan bakir bir kumsalda denize girdikten sonra otelimize dönüyorduk. Adanın güney sahili boyunca uzanan yolda, turkuaz rengi denizi ve altın kumsalları izleyerek giderken karım önümüzdeki otomobili kastederek "Aracın sahibi oldukça Atatürkçü galiba," dedi. Arabanın arka camının her iki üst köşesinde de "K.Atatürk" imzası vardı. Son zamanlarda insanların kollarına dövme olarak yaptırdığı, cep telefonu kılıflarının arkasını süsleyen, otomobillerin arka camlarında görmeye alıştığımız imzaydı bu...
Azıcık bilgiç bir eda ile karıma dönüp "Acaba bu insanlara 'Atatürkçülük nedir? Bir cümle ile açıklayabilir misiniz?' diye sorsak cevaplayabilirler mi?" dedim. "Açıkçası bana sorsalar cevap vermekte zorlanırım. Bize okul sıralarında İnkılâp Tarihi ve Atatürkçülük dersinde öğrettikleri, daha doğrusu ezberlettikleri şeylerden geriye pek fazla bir şey kalmadı," diye de ekledim.
O günün akşamı, yemekten sonra ilçe merkezine inip dar sokakları adımlarken "Bozcaada Kitapçısı" adında, şirin mi şirin, küçücük bir dükkân gördük. İçeri girip raflardaki eski kitapları incelemeye başladık. Burada yalnızca bir raf 2012 basımı kitaplara ayrılmıştı. Bunlar da okunmuş kitaplardı. 50'li yaşlarında, ak saçlı bir hanımın işlettiği bu sahafta Türkçe, İngilizce, Fransızca ve Almanca dillerinde, farklı konularda yazılmış, artık bulunması pek mümkün gözükmeyen eserler de mevcuttu. Kitaplara bakarken bir tanesi özellikle dikkatimi çekti ve tüylerim ürpererek sayfaları arasında gezinmeye başladım. Varlık Yayınları tarafından neşredilmiş bu kitabın adı "Atatürkçülük Nedir?" idi!
Kitabın sayfalarını çevirir ve ülkemizin yetiştirmiş olduğu değerli fikir insanlarının kaleme almış olduğu yazıları okurken Atatürkçülük kavramına ne denli uzak kalmış olduğumu fark ettim. O, "Beni görmek demek, mutlaka yüzümü görmek demek değildir; benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız, bu yeterlidir," dediğinde gerçekte neyi anlatmak istemiş olduğunu bu kitabı okudukça daha iyi anladım. Bize lise yılları boyunca okutulmuş olan İnkılâp Tarihi ve Atatürkçülük dersinin (bu derse özel bir önem vererek çalışmış ve yüksek notlar almış olmama rağmen) amacına hizmet edememiş olduğunu da bu vesile ile öğrendim. Onun koymuş olduğu ilkelerin ve bu ilkelerin Türk toplumsal yaşamında yeşerebilmesi için gerçekleştirmiş olduğu inkılâplar bütününün bir öğretiden çok daha fazlası olduğunu, ancak kırk bir yaşımda ve bir başkası gerçekleri kafama vura vura anlattığı zaman anlayabilecekmişim.
İnkılâpları hep olmuş bitmiş olgular olarak düşünmüştüm bugüne dek. Harf inkılâbı, kıyafet devrimi, eğitim birliği, soyadı kanunu... 'Yapıldılar ve şimdi bizler onların sonuçlarını yaşıyoruz' algısına sahiptim. Oysa bunların tamamı, birbirini tamamlayan ve Atatürk'ün ortaya koymuş olduğu altı ilkeyi sonsuzluğa taşıyacak olan paradigmalar bütününü oluşturuyor. 1923 yılında Cumhuriyet'in ilânı ile başlayan Türk'ün siyasal, toplumsal ve iktisadî kalkınma hamlesinin temelini oluşturan kilometre taşları... Türkiye Cumhuriyeti var oldukça toplum tarafından içselleştirilerek yaşanması, yaşatılması, çağın gerekleri doğrultusunda yapıcı bir biçimde üzerinde tartışılması, değerlendirilmesi ve sonraki kuşaklara bozulmaksızın emanet edilmesi gereken bir değerler dizisi...
Kitapta yer alan kısa yazılarda özellikle dikkatimi çeken ve beni derinden sarsan kısımları paylaşmayı uygun buluyorum. Bu kitabın güncel baskısı ne yazık ki mevcut değil. Benim elimdeki, kitabın Ocak 1982'de yayınlanmış bulunan yedinci baskısı. Eski baskıları arandığı zaman kolay bulunabilir mi; bu da meçhul. Bu yüzden bahsini ettiğim satırları, sahiplerini de belirterek, aşağıda aktarıyorum.
"İstanbul'da bir gün bir sömürge yerlisine döndüğüm günleri unutmadığım için, beni şerefli Türklüğüme kavuşturanları ölünceye kadar hatırlayacağım ve hatırlatacağım. Bu şerefli Türklük yalnız askerî zaferle değil, inkılâplarla ve her millî hayat kolunda kalkınma ile kazanılmıştır. Hem miras yemek, hem yediği mirası bırakan babasına sövmek, katmerli bir nankörlük doğrusu". (Falih Rıfkı Atay)
" 'Atatürk dini kaldırdı' dediler ve bugün de bunu açık açık yazıp söylemeye devam etmektedirler. Oysa onlar da bilirler ki, bu memleketten dini kaldırmak hiç kimsenin gücü yetişmeyeceği bir iştir. Din, en yüksek aşk olan Allah sevgisinden doğar. Atatürk bu sevgiyi kaldırmak şöyle dursun, dinin politikaya ve siyasal yaşama karıştırılarak orta malı durumuna gelip ayaklar altında çiğnenmesinin önüne geçmiş, dini 'insan vicdanı' denilen güvenli ve kutsal tahtına oturtmuştur. 'Laiklik' denilen ilke işte budur... Bir yandan devrimci, Atatürkçü ve laik olmak, öte yandan dindar olmak, birbirine karşıt niteliklerin birleşmesi değil, bu nitelikleri kendilerinde birleştiren kişilerde aydınlığın, vatana, ulusa ve Tanrı'ya bağlılığın belirgin yüceliği demektir". (Ord. Prof. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu)
"...dünyada her topluluğun varlığı, değeri, özgürlük ve bağımsızlık hakkı, yaptığı ve yapacağı medenî eserlerle oranlıdır. Medenî eser yaratmak yetisinden yoksun olan topluluklar özgürlük ve bağımsızlıklarını yitirirler". (M. Kemal Atatürk)
"Atatürk'ün getirdiği ilkelerden biri devrimcilikti; devrim 'oluş'un bitmiş olduğu yerde, bir başka oluşa atlamaktır. Oysa ki biz devrime eski değerlerle bir hesaplaşma anlamını verdik. Bu hesaplaşma, ancak bir yeni diyalektiğin başlangıcı idi. Biz ise hesaplaşmayı, fasit bir daire içinde, kavga etmek sandık. Onu, devrim ve gericilik çatışması hâline getirdik". (Prof. Cahit Tanyol)
"Asıl olan iç cephedir. Bu cephe, bütün memleketin, bütün milletin vücuda getirdiği cephedir. Görünüşteki cephe, doğrudan doğruya ordunun düşman karşısındaki silahlı cephesidir. Bu cephe sarsılabilir, değişebilir, yenilebilir. Fakat bu hal hiç bir vakit bir memleketi, bir milleti mahvedemez. Önemli olan, memleketi temelinden yıkan, milleti esir ettiren iç cephenin düşmesidir". (M. Kemal Atatürk)
" 'Devrimlerimiz bölünmez bir bütündür' der dururuz ya, çoğu zaman düşünmeden söyleriz bunu. Bildiğimizi yapmaya, alışkanlıklarımızı, gününü çoktan doldurmuş kötü geleneklerimizi sürdürmeye devam ederiz. Batının düşünce zenginliği, dil zenginliği, bilim zenginliği hiç dikkatimizi çekmez de en geçici, en çabuk eskiyen yanı: Tekniği kamaştırır gözlerimizi. Oysa bu teknik, yüzyıllar boyunca oluşmuş büyük bir bütünün küçücük, önemsiz bir parçasıdır". (Tahsin Yücel)
"Halkı aydınlatmadan, sapık inançlardan, çevresini saran taassup ve cahillikten kurtarmadan Batı usulünde bir demokrasinin ancak geriliğin işine yarayacağını ve yurdu yüzyıllardır altında inlediği yobazlık boyunduruğu altına bir daha düşürmekten başka bir sonuç vermeyeceğini anladı. Bu demokrasi âşığı, daha o zamandan, bu memlekette gerçek demokrasinin ancak ulusu teokratik düzenin baskısından kurtarıp tam aydınlığa kavuşturmakla gerçekleşebileceğini kavradı". (Yaşar Nabi Nayır)
"Bir dinin tabiî olması için akla, fenne, ilme ve mantığa uygun olması lâzımdır... Bilhassa bizim dinimiz için herkesin elinde bir ölçü vardır. Bu ölçü ile hangi şeyin dine uygun olup olmadığını kolayca takdir edebilirsiniz. Hangi şey akla, mantığa, milletin menfaatine, İslâmiyet'in menfaatine uygunsa hiç kimseye sormayın, o şey dindir. Eğer bizim dinimiz akla, mantığa uygun bir din olmasaydı mükemmel olamazdı, dinlerin sonuncusu olamazdı". (M. Kemal Atatürk)
"Mustafa Kemal, İstanbul'daki hükümete başkaldırdığı zaman 'ihtilâlci', devraldığı toplumu dönüştürmeye koyulunca 'inkılâpçı'dır. Devrim, anti-emperyalist kurtuluş savaşıyla eşzamanlı yürüdüğünden, 'kurtarıcılığı' ağır basmış, 'devrimciliğinin' gerçek boyutları gözden kaçırılmıştır. Oysa, 'Millî Mücadele' kadrosunun çoğunluğu, 'müstevliyi defettikten sonra' işlerinin biteceğine inanıyordu. Düzen değişmeyecekti. Tek, Mustafa Kemal Paşa Talât ya da Enver Paşa'nın yerini alacaktı. O kadar. Daha 1919 yılının Aralık ayında, 'kuva-yı milliyenin âmil, irade-i milliyenin hâkim' olacağını söylemenin, tarihsel düzeyde, bireysel ve teokratik bir iktidara karşı, ulusal ve demokratik bir devrimi içerdiğini, acaba kaç kişi kestirebilmişti? Kestiremeyenler, yolda dökülmüşlerdir". (Atilla İlhan)
Atatürk, yaptıklarıyla biten ve ilkeleri bir öğreti olarak tarihin sayfalarında donup kalmış bir fikir adamı değil. Aksine yapmış olduklarıyla milletine bir başlangıç armağan etmiş bir devlet adamı. Bu kitapta yazılan kısacık fikir eserleri, onun ilke ve inkılâplarının geleceğe ışık tutan bir değerler bütünü olduğunu; ancak, bizlerin bu gerçeği anlamaktan çok uzak kaldığımızı gözler önüne seriyor. Atatürk; adına yaptırılan heykeller ve büstler; yüceliğini anlatan manzum eserler ile oratoryolar bütünü değil. Türk'ü 1923'ten başlayarak yüzyıllar ötesine taşıyacak bir lider.
Bu değerli eserin yeni baskısı ne yazık ki yok. Edinmek isteyenler sanırım sahaflardan sorgulamak durumundalar. Sorgularken, Varlık Yayınları'nın Faydalı Kitaplar serisinin 29 numaralı kitabı olarak belirtmek gerekiyor. Okurken ibret alınacak, yattığımız gaflet uykusundan bizleri uyandırabilecek bir başucu kitabı. Elbette ki, anlayanlar ve anlamaya istekli olanlar için...
Goethe'nin dediği gibi, "Özgürlüğe ve yaşamaya, özgürlüğü ve yaşamayı her gün fethetmesi gereken hak kazanır".
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder