29 Temmuz 2012 Pazar

Yaradılışın Dört Prensibi


Kitabın önsözünde de belirtildiği üzere "kitabın geldiği iddia edilen kaynağa değil, içindeki bilgeliğe odaklanılması" gerekiyor. İçinde yaşadığımız toplumun bireyleri olarak farklı inançlara ve öğretilere sahibiz doğal olarak. Bu yüzden kitabı okurken yalnızca anlatılmak istenenlere dikkat verilmesinde fayda var.

Evrenin özü "birlik" prensibine dayanır. Bireysel algımıza dayanarak; iyi ve kötü, güzel ve çirkin, olumlu ve olumsuz, doğru ve yanlış... olarak değerlendirdiğimiz her şey "birliği" oluşturur. "Tüm olan"; içinde zıtlıkları barındırır. Daha doğrusu, bu zıtlıklar sayesinde bütünlük mertebesine varır. Bizler ancak, var olanı tümüyle ve olduğu gibi kabul ettiğimizde mutlak sevgi ve mutluluğa ulaşabiliriz. Bütünü, tüm veçheleriyle görüp ona onay verdiğimizde gerçek sevgiden bahsedebiliriz. Yaradılışın ilk ve temel prensibi de işte bu sevgidir. Kişinin her şeyden önce kendisine duyduğu sevgi... Birey olarak bizler, kendi içimize dönüp benliğimizi keşfettiğimizde; evrensel sevginin ta kendisini teşkil eden Tanrı'nın fiziksel dünyadaki uzantıları olduğumuzu idrak ettiğimizde; kendi varlığımıza ve çevremize kabul verdiğimizde yaradılışın ilk temel prensibi olan "sevgi"ye ulaşmış oluruz. Sevgi; kişinin kim olduğunu anlama yolculuğunda ona rehber olacaktır.

Kişi, kendine kabul verdiğinde ve kendini koşulsuz sevmeye başladığında yaradılışın diğer prensiplerine ulaşmanın yolunun kapılarını da açmış demektir. Bunlar, "sağlık ve rahatlık", "bolluk" ve "yaratıcılık"tır. Kendisini tüm yönleriyle kabul eden bir kişi, bedensel ve ruhsal açıdan bütünlük içerisinde olacak; takıntılarından, korkularından, eksiklik duygusundan kendisini uzak tutacaktır. Bu da ruhsal ve fiziksel esenliği beraberinde getirecektir.

Bolluk, günümüz insanının inandığının aksine parasal zenginlik değil; yoksunluktan uzak kalmak anlamını taşıyor. Parasal olarak değerlendirildiğinde ise nicel bir büyüklükten ziyade bereket olarak nitelendiriliyor. Paranın çokluğu bir anlam ifade etmekten uzaktır. İnsanın cüzdanı dolu; yüreği ise bomboş olabilir. Bunun anlamı, yoksun kalmaktır. Mühim olan, kişinin maddi varlığını kendisi ve çevresi adına yüksek bir amaçla değerlendiriyor olmasıdır.

İnsan izin verme ve kabul etme hâli içinde olduğunda evrenin yaratıcı güçlerine daha açık olacaktır. Yaratıcılığa açık olduğu durumda da içinde bulunduğu anı daha yaşanır bir şekle sokmanın yollarını bulması kolaylaşacaktır. Yaratıcı güç beraberinde ruhsal gelişimi getirecektir.

İnsanlık, yüzyıllar boyunca ruhsal gelişiminin yolunu acı ve ıstıraptan; diğer bir deyişle çile çekmekten geçirmeyi tercih etti. Bir değerin yokluğunu yaşayarak onu ruhunda yüceltmeyi amaçladı. Oysa, kitapta ruhsal tekâmül yolunun sevgi ve mutluluktan geçmesi zamanının çoktan gelmiş olduğu vurgulanıyor.

Kitabın bir yerinde "Her ilişki size kendinizi tanımanız için yeni bir fırsat vermek amacıyla yaşanır" deniyor. Bu söz; insanın başına gelen olumlu veya olumsuz olayların, karşılaştığı kişilerle deneyimlediği olguların, yaşanmışlıklarının, kazançları ile kayıplarının onun ruhsal gelişimi ve öz benliğini tanıması için bir anlam ifade etmekte olduğunu çok güzel özetliyor. Kişi, kendi gerçekliğini yine kendisi yaratır.

Fiziksel yanımızın ve yaşadığımız fiziksel dünyanın ötesinde bir gerçekliğe sahip olduğumuzun farkına vardıkça; fiziksel olmayan benliğimizin ayırdına vakıf oldukça içimizdeki gerçek gücü de açığa çıkarmış olacağız. Bu da evrensel enerjiye, evrensel bütünlüğe ve nihayetinde Tanrı'ya kavuşmak anlamına geliyor. "Vuslat"a henüz yaşıyorken erişmek anlamına...

Hiç yorum yok: