Bulgakov'un eserinde simgeler kullanarak betimlemeye çalıştığı Stalin dönemi Rusya'sını anlayabilmek adına yazarın hayatını okumak ve 1930'lu yıllarda hüküm süren Sovyet komünizminin toplumsal yaşamdaki yansımalarını anlayabilmek önemli. Usta ile Margarita'nın, yazarın ölümünden yirmi altı yıl sonra ve sansürlenmiş olarak yayınlanmış olması Mihail Bulgakov'un hiciv gücünü ortaya koymaya yetiyor.
"Sonsuza dek kötülüğü isteyen; ama, sonsuza dek iyilik yapan gücün bir parçası" olan şeytan, yardımcılarıyla birlikte Moskova'ya gelir. Birbirini takip eden olaylar zinciri, yozlaşmış insan portrelerini peşi sıra gözler önüne serer. Halkın günlük yaşantısına, sanata, inanç sistemine, kısacası bireyin özgürlüğüne ket vuran her şeyle inceden bir alaydır kaleme alınan. Roman, insanın kendi yaşamını yönetebileceği inancını tamamen yalanlayan bir olayla başlar. Ardından Usta'nın kaleme aldığı romanın baş kahramanı, İsa'yı ölüme mahkum eden Filistin valisi Pontius Pilate'nin iç hesaplaşmasıyla baş başa kalırız. Zamandan ve mekândan özgür olan şeytan, anlattığı hikâyede Hz. İsa'nın yargılanışını ve çarmıha gerilmesini Hristiyan inanışında resmedildiğinden farklı bir şekilde aktarır bizlere. Çarmıha gerilen İsa, Sovyet rejiminde baskı altında tutulan ve sansürlenen Usta'nın ta kendisidir; yani Mihail Bulgakov'un.
Komünizmin tüm vatandaşlara "müjdelediği" eşit hayat şartları, mülkün paylaşımı, ayrıcalıksız toplum yaşamı gibi kavramların aslında bir illüzyondan ibaret olduğu okuru tebessüm ettirirken düşündüren bir üslupla kaleme alınırken, insanların, ancak kendilerine tanınan sınırlar dahilinde özgür olabileceği de resmediliyor.
Stalin döneminin yaratmaya çalıştığı üstün komünist toplumu oluşturan bireylerin; paraya, gösterişe, şehvete, ihtirasa kurban gidebilecek zayıf karakterlere sahip olabilecekleri, kitapta kara büyünün etkisi altında sergiledikleri küçük düşürücü davranışlarla tasvir ediliyor. Şeytanın muzip yardımcılarının oynadığı oyunlardan nasibini fazlasıyla almaktadır bu tip insanlar.
Bu siyasi düzenin ortaya çıkardığı sözde edebiyatçıların, iktidarın kalemi oldukları sürece rahat ve ayrıcalıklı bir hayat sürdükleri gözler önüne seriliyor. Kişiliklerini yitirmek pahasına... Bulgakov'un kaleme aldığı tiyatro oyunlarının sansüre uğradığı düşünüldüğünde kitapta tasvir edilen sanatçıların yaşadığı bohem hayatın komünist düzen ile yarattığı tezat, yazarın eserinde başarıyla kullandığı bir hiciv unsuru olarak karşımıza çıkıyor.
Kitabın ilk cildi Usta'ya yoğunlaşırken ikinci cilt, Usta'nın sevgilisi ve kendisini feda edecek denli onu çılgınca seven Margarita'ya odaklanır. Özgürlük kavramı Margarita'nın şahsında bedene kavuşur. Saflığı, masumiyeti, gerçek aşkı temsil eden Margarita, şeytanın bencil, yalancı ve sahtekâr insanlara karşı oynadığı küçük düşürücü oyunların kurbanı olmayacaktır. Tam tersine, şeytan tarafından ödüllendirilecek, Sovyet toplumunda hiç bir bireyin hayal dahi edemeyeceği bir özgürlüğü yaşayacaktır. Şeytanın malikanesinde düzenlenen baloda kendisine bir kraliçeymişçesine saygı gösterilecek, çürümüş ruhların etten kemikten bedenlere büründüğü günahkarlar onun önünde saygıyla eğilecektir.
Kitabının sonunda, diktatörlüğün hüküm sürdüğü bir ülkede gerçek özgürlüğün illüzyondan ibaret olduğunu; ruhun ancak ölümle huzura kavuşabileceğini ifade eder Bulgakov. Nitekim, Usta ile Margarita ölümden sonra tasvir edilen bir hayatta mutluluğa ve sonsuz huzura ulaşırlar. Ölüm, bir son değil; insanın bireysel özgürlüğüne kavuşmasıdır.
Ve Usta, Pontius Pilate'yi nihayet affederken ruhu da özgürlüğüne erişir.
"Söyle kimsin sen?"
"Sonsuza dek kötülüğü isteyen; ama, sonsuza dek iyilik yapan bu gücün bir parçasıyım."
Faust
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder