6 Eylül 2016 Salı

Abdülmecit




Babası II. Mahmut'un ölümünden sonra, çocuk denecek yaşta Osmanlı tahtına oturan Abdülmecit'in ülkesini Avrupa seviyesine yükseltmek uğruna giriştiği çağdaşlaşma mücadelesi, tüm iyi niyetli çabalarına ve getirmeye çalıştığı özgürlükçü yönetim tarzına rağmen hüsranla sonlanacaktır.

Tahta geçtiği sene Mustafa Reşit Paşa'ya hazırlattığı Tanzimat Fermanı ile Osmanlı siyaset ve toplum yaşantısına taze bir soluk getirmek yolunda büyük adım atan genç padişah, bu sayede Batılı devletlerin Osmanlı üzerinde kurmaya çalıştığı baskıyı biraz olsun hafifletmeyi amaçlar. Müslüman ve gayrimüslim tebaa arasında var olan ayrımcılığı ortadan kaldırarak tüm vatandaşlara kanun karşısında eşit davranılmasının yolunu açar. Tarihimizde Gülhane Hatt-ı Hümayunu olarak da bilinen ve Osmanlı tarihine bakıldığında devrim niteliği taşıyan bu yenilikçi yaklaşım; ekonomik ve toplumsal açıdan sağlam temellere dayandırılamadığı için nihayetinde istenen sonuçları da sağlayamamıştır. Kırım Savaşı'nın hemen sonrasında ilan edilen Islahat Fermanı da devlet yapısında ulaşılmak istenen özgürlükçü ve modern düzeyin çok uzağında kalınmasıyla neticelenir.

19. yy. devlet adamlarının ve padişahlarının Avrupa ülkelerinde gördükleri ve özendikleri devlet düzeninin sanayi devrimine ve özel sermayeye dayanmakta olduğunu tahlil edememiş olmalarının, sezgisel hareket etmelerine ve modernleşme faaliyetlerini, tabir yerindeyse, el yordamıyla yürütmeye çalışmalarına sebep olduğunu görüyoruz.

Saraydaki harem yaşantısına, haremde yaşayan kadınefendilerin, ikballerin ve cariyelerin günlük hayatına dair ayrıntılara geniş yer verilmiş kitapta. Abdülmecit'in 22 yıllık hükümdarlığı döneminde haremine dahil ettiği hanımlarından bazılarının kısa hayat öyküleri de yer bulmuş eserde. Haremine olan zaafı ve haremindeki kadınların ülke hazinesini iflasa sürükleyen müsrifliği karşısında önlem alamamış olması; üstüne üstlük kendisinin de şatafatlı bir hayata olan eğilimi ülkeyi nihayetinde borç batağına sürükler.

Babasının, eşlerinin çoğunun ve kendisinin veremden ölmüş olması, sahip bulundukları iyi yaşam koşullarına rağmen Osmanlı saray halkının dahi bu hastalığa teslim olduğuna, tıp ilminin o dönemde yeterince gelişme olanağı bulamadığına işaret ediyor. Çocuk ölümlerinin yüksek oranlarda yaşanıyor olması da bu durumun bir başka kanıtı.

Abdülmecit, aktüel tarih anlatımıyla kaleme alınmış bir eser. Bugüne dek okuduğum tarihi romanlarda, satırlar arasında çıktığım gizemli gezintilerde bana eşlik eden edebi dilden çok uzakta bir üslupla yazılmış. O bakımdan kendi adıma hayal kırıklığına uğradığımı itiraf etmeliyim. Üstelik, padişahın ülke sorunlarını tahlil etmek üzere maiyetindekilerle yapmış olduğu sohbetlerde muhatabının kullandığı cümlelerin bir hükümdar karşısında asla sarf edilemeyecek olduğunu hissediyor insan. Osmanlı saray kültürünü çok az bilen bir okur dahi, kulunun padişahı karşısında kitapta nakledildiği şekilde konuşamayacağını hissedecektir.

Osmanlı'nın en uzun yüzyılı olan 19. asra damgasını vuran bu zarif, yenilikçi; fakat, hüzünlü padişahın devleti içinde bulunduğu çaresizlik sarmalından kurtarma çabasının kısacık öyküsüdür satırlara yansıyan. Aynı çaresizlik, kendi yaşantısını da esir etmiştir ne yazık ki. Ve devlete hükmeden sultan, kendi hayatının hükümdarı olamamıştır.

Hiç yorum yok: