Saltanat ve hilafetten başka bir iktidarın var olabileceğine ihtimal veremeyecek denli geleneklerine bağlı bir toplumun; istiklâlini yitirmenin eşiğine geldiğinde geçirdiği düşünce ve inanç değişimini, toplumsal psikoloji öğelerini bireylerin yaşadığı ruhsal dönüşümle harmanlayarak dile getiriyor Küçük Ağa.
Kurtuluşun artık İstanbul'dan gelemeyeceğini idrak etmeye başlayan Anadolu insanının geleceğine uyanışının; geleneği temsil eden İstanbullu Hoca'nın Kuva-yi Milliye savunucusu Küçük Ağa'ya dönüşümünün destansı öyküsüdür bu kitap.
I. Dünya Savaşı'nın ardından başlayan ve Anadolu içlerine doğru ilerleyen düşman işgali; Batı Anadolu'da, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da başlayan direniş hareketlerini daha da alevlendirmektedir. Bir zamanlar Osmanlı tebaası olarak yaşayan Rumlar'ın Pontus, Ermeniler'in ise bağımsız Ermenistan hayalleri; dünün ortak bir kaderi paylaşan komşularını günün hasımları haline getirmiştir.
Çeteciliğin her geçen gün güç kazandığı Batı Anadolu'da Yunan ilerleyişini durdurmak için verilen baskınlar küçük başarılar elde edilmesine vesile olsa da dağınık ve başıbozuk kuvvetlerin düzenli düşman ordusu karşısında uzun süreli başarılar elde edemeyeceği yavaş yavaş anlaşılır. Üstelik, çoğunluğu okur yazar olmayan, yüreklerindeki cesaretten başka bir hazineleri bulunmayan, çoğu asker kaçağı ve başıbozuklardan oluşan bu çetelerin Ankara'nın talimatıyla kurulmaya başlanan düzenli ordu birliklerine uyum sağlayamayacağı da belli olmuştur. Ülkenin her karış toprağı işgal atında da olsa çete reisleri, kurdukları "ağalık" düzenini kolay kolay bırakmaya ve mektepli komutanlardan emir almaya niyetli değildirler. Bireylerin, tehlike karşısında bütüne dahil olmak yerine, hükmeden konumunda oldukları düzene sıkı sıkıya bağlanıyor olmaları ve takındıkları ben merkezli tavır, Çerkez Ethem örneğinde çok derin psikolojik tahlillerle bezenerek aktarılıyor okura.
İstanbullu Hoca'nın önce zihnindeki, ardından ruhundaki dönüşüm de azılı bir çete reisi olan Çakırsaraylı'nın yanında başlar; Çerkez Ethem'in kardeşi Tevfik Bey'in yanında olgunluk düzeyine kavuşur. Çakırsaraylı'nın kendisine yakıştırdığı "Küçük Ağa" ismi, onun "kurtuluşun" aydınlığına uyanışıdır. Küçük Ağa, sahip olduğu her şeyi; malını, mülkünü, ailesini, yaşadığı diyarı bir ülkü uğruna arkasında bırakan, bırakıp da geriye dahi dönüp bakmayan, tam bağımsızlığa kavuşana dek yola devam edenlerin ete, kana, kemiğe bürünmüş simgesidir. İstiklâlin artık sultanın himayesinde kazanılamayacağının, Millî İrade'nin bu ülkenin mutlak kaderi olduğunun okumuşu, cahili, köylüsü, kentlisi ile topyekûn anlaşıldığı dönemin şafağıdır Küçük Ağa.
Ve bir parçasını, hem fiziken hem ruhen, çok uzak diyarlarda bırakmış nice Salih Onbaşılar'ın hikâyesini de derin tahlillerle ve ayrıntılı betimlemelerle resmeder Tarık Buğra. Memleketine döndüğünde, bir garip anasıyla baş başa kalmış; vücudunun bir azasıyla birlikte hayallerini de yitirmiş nicelerine "Çolak Salih" diye hitap edilir olmuştur. Dağlarda, çöllerde, bozkırlarda vuruşmalarına rağmen yitirilmiş bir savaşın artığı oldukları yüzlerine çarpılır. "Çolak" denir, küçümsenir. Bu kitap, hayata yenik düşmemek için yitirdiği sağ kolunun yerine sol kolunu koyup yaman bir silahşör olan Salih'in de öyküsüdür. Yenilmeyi asla kabul etmeyen bir milletin, küllerinden dirilişinin destansı hikâyesidir.
Tarık Buğra, Türk Kurtuluş Savaşı'nı modern yaklaşımla kaleme alan diğer Cumhuriyet dönemi yazarlarından farklı bir üslûp kullanıyor eserinde. Geçmişi asırlara dayanan yalnızlığını içselleştirmiş, gelenekçi hayat tarzına sıkı sıkı bağlı Anadolu insanının kurtuluş mücadelesine uyanışını, okuruna o dönemi yeniden yaşatırcasına kaleme alıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder